25 Haziran 2012 Pazartesi

59


Bülent’in konuyu uzatmaya niyeti yoktu.

“Ben bizimkini yalnız bırakmayayım. Biraz daha gazını aldıktan sonra yollarım onu Fatsalıların yanına.”

“Tamam,” dedi Hakan, “fırsatım olursa ben de uğrarım ama söz vermiyorum.”

Hakan ile Sevda çaylara dışarı giderken Bülent elinde iki çayla Uğur’un yanına dönmüştü. Çaylardan birini Uğur’a uzattı, sonra onun yanına oturdu.

“Hakan abiye yakalandım yahu," dedi.

“Aman boş ver” dedi Uğur umursamazcasına. “Fatsalılarla kaç gündür ilgileniyoruz, bugün de serbest takılsınlar. Hiç havamda değilim.” Durdu. “Düşündükçe sinirleniyorum. Sen de izin vermiyorsun ki şuna bir mektup yazayım, sinirimi dökeyim. Bak söz veriyorum, göndermeyeceğim!”

“Yook, ben bu numaraları yemem. Eninde sonunda yollarsın sen o mektubu. Tecrübeyle sabit. Ben de öyle uzun bir mektup yazmıştım yıllar önce. İçimi dökmek için başladım, yazdıkça yazdım, baktım 20 sayfa olmuş. Yollamadım elbette, içimi döküp rahatlamıştım. Sonra bir gece sarhoşken gönderdim! Dayanamadım. Sanki okuyunca her şeyi anlayacakmış gibi geldi. Beni yıllarca sallamayan kız o e-postayı okudu ve cevap olarak ne yazdı, biliyor musun?”

“Ne yazdı?”

Cevap birkaç dakikadır kapının yanında onları dinleyen Sevda’dan geldi:

“Seni sadece arkadaşı olarak gördüğünü söyledi, değil mi?”

“Aynen öyle” dedi Bülent. “Standart cevaptı o zamanlar. Benim neslim 'senden hoşlanmıyorum' demeyecek kadar nazikti, ama bu cevap hiçbir işe yaramıyordu. Bir şeyi yanlış mı yaptım, sadece benden mi hoşlanmadı, asla bilemiyorduk.”

“Belki de gerçekten sadece arkadaş olarak görüyordu seni, olamaz mı?” dedi Sevda.

Bülent ile Uğur cevap verip vermemekte kararsız kaldılar.

“Beni boş ver,” dedi Bülent, “ne ilk ne de son. Çözülecek bir şey yok ortada. Sen şu mektubu oku bence, Uğur’un derdine çare olalım olabilirsek.”

Mektubu Sevda’ya uzattılar. Uğur ne karşı çıktı okumasına, ne bir şey dedi. Ama son sayfaya geldiğinde Sevda’nın yüzünü incelemeye başladı. Bir açıklama, bir işaret, bir yorum bekliyordu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder