Bülent’in konuyu uzatmaya niyeti
yoktu.
“Ben bizimkini yalnız bırakmayayım.
Biraz daha gazını aldıktan sonra yollarım onu Fatsalıların yanına.”
“Tamam,” dedi Hakan, “fırsatım olursa
ben de uğrarım ama söz vermiyorum.”
Hakan ile Sevda çaylara dışarı
giderken Bülent elinde iki çayla Uğur’un yanına dönmüştü. Çaylardan birini
Uğur’a uzattı, sonra onun yanına oturdu.
“Hakan abiye yakalandım yahu,"
dedi.
“Aman boş ver” dedi Uğur
umursamazcasına. “Fatsalılarla kaç gündür ilgileniyoruz, bugün de serbest
takılsınlar. Hiç havamda değilim.” Durdu. “Düşündükçe sinirleniyorum. Sen de
izin vermiyorsun ki şuna bir mektup yazayım, sinirimi dökeyim. Bak söz
veriyorum, göndermeyeceğim!”
“Yook, ben bu numaraları yemem. Eninde
sonunda yollarsın sen o mektubu. Tecrübeyle sabit. Ben de öyle uzun bir mektup
yazmıştım yıllar önce. İçimi dökmek için başladım, yazdıkça yazdım, baktım 20
sayfa olmuş. Yollamadım elbette, içimi döküp rahatlamıştım. Sonra bir gece sarhoşken
gönderdim! Dayanamadım. Sanki okuyunca her şeyi anlayacakmış gibi geldi. Beni
yıllarca sallamayan kız o e-postayı okudu ve cevap olarak ne yazdı, biliyor musun?”
“Ne yazdı?”
Cevap birkaç dakikadır kapının yanında
onları dinleyen Sevda’dan geldi:
“Seni sadece arkadaşı olarak gördüğünü
söyledi, değil mi?”
“Aynen öyle” dedi Bülent. “Standart
cevaptı o zamanlar. Benim neslim 'senden hoşlanmıyorum' demeyecek kadar
nazikti, ama bu cevap hiçbir işe yaramıyordu. Bir şeyi yanlış mı yaptım, sadece
benden mi hoşlanmadı, asla bilemiyorduk.”
“Belki de gerçekten sadece arkadaş
olarak görüyordu seni, olamaz mı?” dedi Sevda.
Bülent ile Uğur cevap verip vermemekte
kararsız kaldılar.
“Beni boş ver,” dedi Bülent, “ne ilk
ne de son. Çözülecek bir şey yok ortada. Sen şu mektubu oku bence, Uğur’un derdine
çare olalım olabilirsek.”
Mektubu Sevda’ya uzattılar. Uğur ne
karşı çıktı okumasına, ne bir şey dedi. Ama son sayfaya geldiğinde Sevda’nın
yüzünü incelemeye başladı. Bir açıklama, bir işaret, bir yorum bekliyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder