“Tamam” dedi Bülent. “Yalnız çıkmadan
bilgisayardan bir sayfa bir çıktı alalım, lazım olacak konuşurken."
Uğur’un yanına gidip ekranda dosyayı gösterdi: “Şu onkural.txt dosyasını
yazdırsana.”
Uğur dosyayı yazdırmak için uğraşırken
Bülent durmadan konuşuyordu:
“O günlüğü yazarken en çok ne zoruma
gitti biliyor musun? Smiley kullanmamak. Ne kadar çok alışmışım o aptal
işaretlerle yazmaya, duygularımı belli etmeye. Onlar olmayınca her cümleyi çok
dikkatli yazmam gerekti. Sadece kelimelerle yazmanın bu kadar zor gelmesi çok
kötü.”
Uğur cevap vermedi, denilenleri
duyduğuna dair bir emare göstermiyordu. Beraberce çıktıyı alıp yemekhaneye
yollandılar, yol boyunca Bülent sürekli konuşmaya devam etti ve odasında çay
demlemenin zor olduğunu, demlediğinde de hepsini içemediğini, oysa yemekhanede
sürekli çay bulabildiğini, ama oraya gitmeye ne kadar üşendiğini anlattı.
Aslında bir çay ocağı açıp ilk çiftlik işletmesini kurabilecekleri yönündeki
şakası bile Uğur’un konuşmasını sağlamadı, tek kelimelik cevaplar koparabildi
en fazla. Yemekhaneye varıp çaylarını aldıktan ve yemekhanenin arkasındaki
gölgeliğe oturduktan sonra konuştu Uğur:
“Daha gidip Fatsalılarla muhabbet
edeceğim. O yüzden asıl konumuza gir istersen.”
“Pekâlâ.” Bülent söze nereden başlayacağını
düşünmedi fazla, muhtemelen kafasında onlarca defa üzerinden geçtiği konuşmanın
ilk cümlesini bulup oradan başladı.
“Benim buraya gelişimin esas sebebini
bilmiyorsunuz hiçbiriniz, mülakat sırasında Hakan Abiye söylemiştim, o da pek ciddiye
almamıştı. Eğilim Tasarımı ve Eğitimi okudum ya ben, burada ilk defa beni
heyecanlandıran bir eğilim gördüm. Bunun yönetimine dâhil olmak değil ama bir
parçası olmak için geldim buraya. Buradaki herkesi evindeki depresyon
yatağından çıkarıp buralara kadar sürükleyen bir umut var; ben bu eğilim konusunu
öğrendikten sonra karşıma çıkan ve bana umut veren hiçbir eğilim olmadı. Her şey
benim için zaten çok kötü gidiyordu, ama ülkem için de kötü gittiğini
görebiliyordum. Elbette kişisel fikrim bu, ama umut verir gibi görünen bir sürü
hareket, oluşum, adına ne dersen de, ya saçma sapandı ya da köklere geri
dönmeyi, muhafaza etmeyi gerektiriyordu. Oysa Bob Marley’in dediği gibi 'Köklere
geri dönemezsin’, yani bugün bir Müslümanın Asr-ı Saadet hayaliyle yaşaması
acıklıdır, hem de yanlıştır. O döneme geri dönemezsin, yapabileceğin şey yeni
bir mutluluk dönemi için çalışmaktır. O dönemdekilerin yaptıklarını yapamazsın,
çünkü o zaman yeni sorulara cevabın olmaz. Televizyon olacak mı mesela
hayatında, bunu Asr-ı Saadet’e bakıp söyleyemezsin, bunun cevabı yok onlarda.
Senin yapacağın şey o dönemin ruhunu kavrayarak yeni ve bugünkü insan için
çalışmaktır. İşte ben böyle bir çaba göremedim yıllarca Türkiye'de. Birçok
hareketin içi kimlik bunalımındaki insanlarla dolu, kendisine bir kimlik arayan
insanlara kolay cevaplar veriyor çoğu. Mesela yeşiller, onlar bile muhafazakâr
özünde. Dünyanın kaynaklarını bu kadar çok sömürmediğimiz bir dönemi özlüyorlar
ve ona geri dönmeyi istiyorlar. Üstelik insanlara güzel de bir sıfat sağlıyor,
üst kimlik diyecektim de buna üst kimlik mi denir bilemedim. ‘Biz çevreye
duyarlı insanlar’ diye başlayabiliyorlar sözlerine. Çok karışık anlatıyorum,
değil mi?”
“Evet, biraz karışık ama sen devam et.
Ben takıldığım yeri sorarım.”
“Tamam, şöyle toplayayım. Benim yeni
bir şey söyleyen, bana umut veren bir harekete ihtiyacım vardı. Mevcut hareketler
bana göre ya muhafazakârdı ya da dişe dokunur bir hayalleri, ideolojileri,
dünya görüşleri yoktu. Diyeceksin ki bizim de çiftlikte belirli bir
ideolojimiz, dünya görüşümüz, çözüm önerimiz yok. Ama bence öyle değil. Burada
bulunan 100 kişi, sadece varlıklarıyla bile başka bir dünya mümkün diyorlar.
Haykırmıyorlar belki, ama sesleri duyuluyor.”
“Yani bu sence yeni bir eğilim mi
başlattı, ya da başlatacak?”
“Başlattığını biliyorsun, aksi
takdirde gazetelere çıkmaz, bir sürü mektup almaz, yeni çiftlikler kurulmasına
vesile ve model olmazdık."
“Tamam,” dedi Uğur, "buraya kadar
anladım. Ama bahsetmeye değer tek dünya görüşü 'herşeyi baştan ele almalıyız' olan
bir eğilim, bir hareket her zaman marjinal kalır. İnsanların sırtını dayayıp
güven içinde hissetmelerini sağlayan bütün duvarları yıkmaya çalışıyoruz
burada. Yerine koyacak bir bok da önermiyoruz. Kendi tarlanızı sürün diyoruz
sadece."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder