18 Haziran 2012 Pazartesi

52


“Tamam” dedi Bülent. “Yalnız çıkmadan bilgisayardan bir sayfa bir çıktı alalım, lazım olacak konuşurken." Uğur’un yanına gidip ekranda dosyayı gösterdi: “Şu onkural.txt dosyasını yazdırsana.”

Uğur dosyayı yazdırmak için uğraşırken Bülent durmadan konuşuyordu:

“O günlüğü yazarken en çok ne zoruma gitti biliyor musun? Smiley kullanmamak. Ne kadar çok alışmışım o aptal işaretlerle yazmaya, duygularımı belli etmeye. Onlar olmayınca her cümleyi çok dikkatli yazmam gerekti. Sadece kelimelerle yazmanın bu kadar zor gelmesi çok kötü.”

Uğur cevap vermedi, denilenleri duyduğuna dair bir emare göstermiyordu. Beraberce çıktıyı alıp yemekhaneye yollandılar, yol boyunca Bülent sürekli konuşmaya devam etti ve odasında çay demlemenin zor olduğunu, demlediğinde de hepsini içemediğini, oysa yemekhanede sürekli çay bulabildiğini, ama oraya gitmeye ne kadar üşendiğini anlattı. Aslında bir çay ocağı açıp ilk çiftlik işletmesini kurabilecekleri yönündeki şakası bile Uğur’un konuşmasını sağlamadı, tek kelimelik cevaplar koparabildi en fazla. Yemekhaneye varıp çaylarını aldıktan ve yemekhanenin arkasındaki gölgeliğe oturduktan sonra konuştu Uğur:

“Daha gidip Fatsalılarla muhabbet edeceğim. O yüzden asıl konumuza gir istersen.”

“Pekâlâ.” Bülent söze nereden başlayacağını düşünmedi fazla, muhtemelen kafasında onlarca defa üzerinden geçtiği konuşmanın ilk cümlesini bulup oradan başladı.

“Benim buraya gelişimin esas sebebini bilmiyorsunuz hiçbiriniz, mülakat sırasında Hakan Abiye söylemiştim, o da pek ciddiye almamıştı. Eğilim Tasarımı ve Eğitimi okudum ya ben, burada ilk defa beni heyecanlandıran bir eğilim gördüm. Bunun yönetimine dâhil olmak değil ama bir parçası olmak için geldim buraya. Buradaki herkesi evindeki depresyon yatağından çıkarıp buralara kadar sürükleyen bir umut var; ben bu eğilim konusunu öğrendikten sonra karşıma çıkan ve bana umut veren hiçbir eğilim olmadı. Her şey benim için zaten çok kötü gidiyordu, ama ülkem için de kötü gittiğini görebiliyordum. Elbette kişisel fikrim bu, ama umut verir gibi görünen bir sürü hareket, oluşum, adına ne dersen de, ya saçma sapandı ya da köklere geri dönmeyi, muhafaza etmeyi gerektiriyordu. Oysa Bob Marley’in dediği gibi 'Köklere geri dönemezsin’, yani bugün bir Müslümanın Asr-ı Saadet hayaliyle yaşaması acıklıdır, hem de yanlıştır. O döneme geri dönemezsin, yapabileceğin şey yeni bir mutluluk dönemi için çalışmaktır. O dönemdekilerin yaptıklarını yapamazsın, çünkü o zaman yeni sorulara cevabın olmaz. Televizyon olacak mı mesela hayatında, bunu Asr-ı Saadet’e bakıp söyleyemezsin, bunun cevabı yok onlarda. Senin yapacağın şey o dönemin ruhunu kavrayarak yeni ve bugünkü insan için çalışmaktır. İşte ben böyle bir çaba göremedim yıllarca Türkiye'de. Birçok hareketin içi kimlik bunalımındaki insanlarla dolu, kendisine bir kimlik arayan insanlara kolay cevaplar veriyor çoğu. Mesela yeşiller, onlar bile muhafazakâr özünde. Dünyanın kaynaklarını bu kadar çok sömürmediğimiz bir dönemi özlüyorlar ve ona geri dönmeyi istiyorlar. Üstelik insanlara güzel de bir sıfat sağlıyor, üst kimlik diyecektim de buna üst kimlik mi denir bilemedim. ‘Biz çevreye duyarlı insanlar’ diye başlayabiliyorlar sözlerine. Çok karışık anlatıyorum, değil mi?”

“Evet, biraz karışık ama sen devam et. Ben takıldığım yeri sorarım.”

“Tamam, şöyle toplayayım. Benim yeni bir şey söyleyen, bana umut veren bir harekete ihtiyacım vardı. Mevcut hareketler bana göre ya muhafazakârdı ya da dişe dokunur bir hayalleri, ideolojileri, dünya görüşleri yoktu. Diyeceksin ki bizim de çiftlikte belirli bir ideolojimiz, dünya görüşümüz, çözüm önerimiz yok. Ama bence öyle değil. Burada bulunan 100 kişi, sadece varlıklarıyla bile başka bir dünya mümkün diyorlar. Haykırmıyorlar belki, ama sesleri duyuluyor.”

“Yani bu sence yeni bir eğilim mi başlattı, ya da başlatacak?”

“Başlattığını biliyorsun, aksi takdirde gazetelere çıkmaz, bir sürü mektup almaz, yeni çiftlikler kurulmasına vesile ve model olmazdık."

“Tamam,” dedi Uğur, "buraya kadar anladım. Ama bahsetmeye değer tek dünya görüşü 'herşeyi baştan ele almalıyız' olan bir eğilim, bir hareket her zaman marjinal kalır. İnsanların sırtını dayayıp güven içinde hissetmelerini sağlayan bütün duvarları yıkmaya çalışıyoruz burada. Yerine koyacak bir bok da önermiyoruz. Kendi tarlanızı sürün diyoruz sadece."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder