“Çünkü,” dedi kendinden emin bir
biçimde, “nasıl sizin bir deneme süreniz varsa benim de var. Genel olarak
çiftliği benimsemeye başladım, ama henüz sizin deyiminizle ahaliden biri
değilim. Peki, siz hangi yetkiyle beni sorguluyorsunuz? O pek kıymetli, şımarık
Buketinizle tartışmak yasak mı?”
“Tartışmak elbette yasak değil. Ama
karşınızdakini hırpalamak, ağlayarak kaçmasına neden olmak en azından bir
açıklama gerektirir.”
“Ben bütün gün çalışırken…” dedi,
durdu: “Neden size bunları anlatıyorum ki? Size hesap vermek zorunda mıyım? Siz
Dış İlişkiler Sorumlusu değil misiniz? Size ne olup bitenden?”
“Alev Hanım,” dedim sakinleşmeye
çalışarak, “elbette diğer çiftlik ahalisinin sahip olduğundan daha fazla bir
yetkim yok. Ancak düzenin bozulmasını engellemek için her zaman bir müdür, yargıç,
arabulucu veya adına ne derseniz deyin, bir görevli gerekir, birisi racon
kesmek durumundadır. Bugüne kadar da böylesi durumlarda genelde bu benden
isteniyor."
“Ne demek oluyor bu yani?" diye neredeyse
kükredi Alev, "Ben sizin şimdi vereceğiniz karara uymak zorunda mıyım?
Demokratik bir ortam diye geldiğim yerde basbayağı krallık kurmuşsunuz siz!”
“Beni yanlış anladınız, burada oturmak
ve beni dinlemek zorunda değilsiniz. Benim vereceğim karara uymak zorunda da
değilsiniz. İsterseniz sorunu bir sonraki toplantıya götürebilir ve oylama
isteyebilirsiniz. Ama var olan durumu değiştirmek için oy birliği sağlamak
zorundasınız. Benim herhangi bir yetkim yok burada, bu da resmi bir görev
değil. İnsanlar genelde beni adil buluyor ve hakemliğime müracaat ediyorlar
diyelim. Şimdi gidip Buket'i saklandığı yerde bulabilir, onu ağlatmaya devam
edebilir, çiftlikten koşarak kaçana kadar onunla tartışabilirsiniz. Ama bunun
kimseye bir faydası olmaz bence. İsterseniz Pazartesi akşamı oylamalar
sırasında aranızdaki meseleyi halledebilirsiniz."
“Ha, anladım” diye tısladı Alev,
"beni günah keçisi yapacaksınız. Zavallı savunmasız Buket’in canına
okuyan, onu ağlatan ben olacağım. O çalışmadan gezecek, hazırdan yiyecek, hiçbir
iş yapmayacak, herkes çalışıp ona bakacak; buna da itiraz etmeyeceğiz, öyle mi?”
“Hayır,” diye araya girdi Hasan Abi, “itiraz
edebilirsiniz ama onun durumunu da anlamalısınız…”
“Onun durumunun hiçbir ilgisi yok
konuyla,” dedim zorunlu olarak, Buket durumunu bize anlatmıştı ama Alev henüz
bunu duymayı 'hak etmemişti'. "Biz burada kendi kendimize kalmak üzere
toplandık, birbirimiz üzerinde tahakküm kurmak üzere değil. Bu bir ütopya deneyi,
bir devrim kampı değil; bir nevi sığınak. Sadece aç kalmamak için tarlalarda çalışıyoruz,
kimseye muhtaç olmamak için. Üretim ilişkilerinin bu şekilde kullanılmasına
izin verecek değiliz; üreten üretmeyenden daha değerli veya daha fazla hak
sahibi değil burada. Muhasebe defteri tutmuyoruz, bütün yaptığımız düzenlemeler
ve çalışmalar da gönüllülük üzerine kurulu. Ama”
Dedim ve ayağa kalktım: “Bu durumdan memnun
değilseniz, ahalinin bir ferdi olarak bu konuda bir oylama yapılmasını sağlayabilir,
düşüncelerinizi savunabilirsiniz. Fiziksel ve psikolojik şiddete başvurmadan
Buket’e hayatı zehir edebilir, beni saatlerce suçlayabilirsiniz. Ben ise sizi
ancak buranın ruhunu anlamamakla suçlayabilirim. Burası yaralılar için bir
sığınak ve buraya gelen ilk sağlam kişi de sanırım sizsiniz; belki bunun için
hepimizin iyileşme talebini ve bunun için farklı şeylere ihtiyaç
duyduğumuzu bilmiyorsunuz. Kimimiz ellerimiz nasır tutana kadar çalışmak, kimimiz
de boş gezmek ihtiyacındayız, hepsi bu. Şimdi müsaade ederseniz çalışmam
lazım!"
"Amerikan filminde miyiz
yahu?" diye gürledi Alev, "Bu nasıl adam kış-kışlamak?”
Üçümüz de bu lafa gülünce ortam biraz
yumuşamıştı; ancak yarım saat daha konuyu tartışmaktan kendimizi alamamıştık.
Hatta Alev daha da ileri gidip Pazartesi günü oylama istemiş ve ahaliyi ikiye
bölse de bir sonuç alamamıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder