5 Haziran 2012 Salı

39


“Çünkü,” dedi kendinden emin bir biçimde, “nasıl sizin bir deneme süreniz varsa benim de var. Genel olarak çiftliği benimsemeye başladım, ama henüz sizin deyiminizle ahaliden biri değilim. Peki, siz hangi yetkiyle beni sorguluyorsunuz? O pek kıymetli, şımarık Buketinizle tartışmak yasak mı?”

“Tartışmak elbette yasak değil. Ama karşınızdakini hırpalamak, ağlayarak kaçmasına neden olmak en azından bir açıklama gerektirir.”

“Ben bütün gün çalışırken…” dedi, durdu: “Neden size bunları anlatıyorum ki? Size hesap vermek zorunda mıyım? Siz Dış İlişkiler Sorumlusu değil misiniz? Size ne olup bitenden?”

“Alev Hanım,” dedim sakinleşmeye çalışarak, “elbette diğer çiftlik ahalisinin sahip olduğundan daha fazla bir yetkim yok. Ancak düzenin bozulmasını engellemek için her zaman bir müdür, yargıç, arabulucu veya adına ne derseniz deyin, bir görevli gerekir, birisi racon kesmek durumundadır. Bugüne kadar da böylesi durumlarda genelde bu benden isteniyor."

“Ne demek oluyor bu yani?" diye neredeyse kükredi Alev, "Ben sizin şimdi vereceğiniz karara uymak zorunda mıyım? Demokratik bir ortam diye geldiğim yerde basbayağı krallık kurmuşsunuz siz!”

“Beni yanlış anladınız, burada oturmak ve beni dinlemek zorunda değilsiniz. Benim vereceğim karara uymak zorunda da değilsiniz. İsterseniz sorunu bir sonraki toplantıya götürebilir ve oylama isteyebilirsiniz. Ama var olan durumu değiştirmek için oy birliği sağlamak zorundasınız. Benim herhangi bir yetkim yok burada, bu da resmi bir görev değil. İnsanlar genelde beni adil buluyor ve hakemliğime müracaat ediyorlar diyelim. Şimdi gidip Buket'i saklandığı yerde bulabilir, onu ağlatmaya devam edebilir, çiftlikten koşarak kaçana kadar onunla tartışabilirsiniz. Ama bunun kimseye bir faydası olmaz bence. İsterseniz Pazartesi akşamı oylamalar sırasında aranızdaki meseleyi halledebilirsiniz."

“Ha, anladım” diye tısladı Alev, "beni günah keçisi yapacaksınız. Zavallı savunmasız Buket’in canına okuyan, onu ağlatan ben olacağım. O çalışmadan gezecek, hazırdan yiyecek, hiçbir iş yapmayacak, herkes çalışıp ona bakacak; buna da itiraz etmeyeceğiz, öyle mi?”

“Hayır,” diye araya girdi Hasan Abi, “itiraz edebilirsiniz ama onun durumunu da anlamalısınız…”

“Onun durumunun hiçbir ilgisi yok konuyla,” dedim zorunlu olarak, Buket durumunu bize anlatmıştı ama Alev henüz bunu duymayı 'hak etmemişti'. "Biz burada kendi kendimize kalmak üzere toplandık, birbirimiz üzerinde tahakküm kurmak üzere değil. Bu bir ütopya deneyi, bir devrim kampı değil; bir nevi sığınak. Sadece aç kalmamak için tarlalarda çalışıyoruz, kimseye muhtaç olmamak için. Üretim ilişkilerinin bu şekilde kullanılmasına izin verecek değiliz; üreten üretmeyenden daha değerli veya daha fazla hak sahibi değil burada. Muhasebe defteri tutmuyoruz, bütün yaptığımız düzenlemeler ve çalışmalar da gönüllülük üzerine kurulu. Ama”

Dedim ve ayağa kalktım: “Bu durumdan memnun değilseniz, ahalinin bir ferdi olarak bu konuda bir oylama yapılmasını sağlayabilir, düşüncelerinizi savunabilirsiniz. Fiziksel ve psikolojik şiddete başvurmadan Buket’e hayatı zehir edebilir, beni saatlerce suçlayabilirsiniz. Ben ise sizi ancak buranın ruhunu anlamamakla suçlayabilirim. Burası yaralılar için bir sığınak ve buraya gelen ilk sağlam kişi de sanırım sizsiniz; belki bunun için hepimizin iyileşme talebini ve bunun için farklı şeylere ihtiyaç duyduğumuzu bilmiyorsunuz. Kimimiz ellerimiz nasır tutana kadar çalışmak, kimimiz de boş gezmek ihtiyacındayız, hepsi bu. Şimdi müsaade ederseniz çalışmam lazım!"

"Amerikan filminde miyiz yahu?" diye gürledi Alev, "Bu nasıl adam kış-kışlamak?”

Üçümüz de bu lafa gülünce ortam biraz yumuşamıştı; ancak yarım saat daha konuyu tartışmaktan kendimizi alamamıştık. Hatta Alev daha da ileri gidip Pazartesi günü oylama istemiş ve ahaliyi ikiye bölse de bir sonuç alamamıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder