14 Haziran 2012 Perşembe

48


Hakan ve Lütfiye rahatladıklarını açıkça belli eden yüz ifadeleriyle birbirlerine baktılar. Roninlerin bundan önceki projesi olan at yetiştirmeye göre bu çok daha makul hatta faydalı olabilecek bir çabaydı.

“Ama yanlış anlamayın,” dedi Berk, “biri çalsın herkes dinlesin türü sanattan hoşlanmıyorum ben. Hatta biri bestelesin, herkes onu çalsın da demiyorum. Sanat dediğin üretilmeli. Herkes ilgilendiği sanat konusunda biraz temel eğitim almalı, sonra da yaratıcılığını konuşturmalı."

“Ben bu projeye her türlü desteği vermeye hazırım, hem şu sanatla ilgili tartışmalara da faydası olur. Sen ne dersin?” dedi Lütfiye Hakan'a bakarak.

“Ben de elimden geleni yaparım, hatta vakit buldukça katılırım da. Bunun için bir oylamaya falan da gerek yok; ne yapmak istiyorsanız ilk toplantıda çıkın duyurun, ben de size bütçe ayarlayayım!"

Roninler nedense karşı çıkılacağını düşünmüş olacak ki projenin bu kadar kolayca kabul edilmesini büyük şaşkınlıkla karşıladılar. Bir anda üzerinde düşünmesi zevkli, bir sürü hayale olanak sağlayan düşünceleri fiilen çalışma gerektirecek, bütçeler, duyurular, enstrüman ve ekipman satın almalar, günlerce hatta aylarca sürecek başarısız alıştırmalar halini almıştı. Birkaçının yüzünde sevinç işaretleri olsa da çoğu ne düşüneceğini bilemez haldeydi. Bu acayip yüz ifadeleri kervanı 9 numaralı binanın yanından geçip yemekhanenin önündekiler tarafından görünür hale geldiğinde Muammer ve Sevda onları hemen fark etti. Öğlen yemeği saati geldiğinden ortalık artık ıssız değildi, yemek için gelmiş birkaç kişi de durup bu garip kervanı seyre daldı. Bunu fark eden Roninler huzursuz oldular ve "biz artık gidelim" demeye başladılar. En arkadaki iki üç tanesi şimdiden yürüyüşlerini yavaşlatmış, sıvışmak için fırsat kolluyordu.

“Gençler,” dedi Hakan, “bizim biraz işimiz var. Siz isterseniz yemekhanede oturun, hem öğle yemeğini yiyin hem de konuyu konuşun. Biz de işimiz bitince yanınıza geliriz.”

Gönülsüzce yemekhaneye yollanan gruptan ayrılan Lütfiye ile Hakan, hâlâ kompost atıklardan bahseden Bahadır’ın yanına geldi.

“Çok beklettik seni, kusura bakma” dedi Hakan. “Buradaki işiniz bittiyse yemekhaneye geçelim, orada yemek yerken konuşuruz."

* * *

Bülent ve Uğur, idari binanın önünde konuşuyorlardı.

“O son lafları hiç bekler miydin Hakan abiden,” dedi Bülent. “Adam gayet mutlu görünüyor, sevgilisi var..."

“Nişanlısı” diye düzeltti Uğur.

“Canım her neyse! Hayatında onu seven bir kadın var. İstediği gibi bir yerde yaşayıp istediği şeyleri yapıyor ve her sabah kalkmak için en az bizim kadar zorlanıyor."

“Aslında çok şaşırtmadı beni. Hepimiz öyle değil miyiz? Belki onun kadar iyi anlatamayız derdimizi ama hepimiz anlamlı olan bir şeyler aramıyor muyuz?"

Bülent verecek bir cevap bulamadı, sustu. Uzaktan gelen bir bisikletlinin kendilerine el salladığını görünce ona doğru yürümeye başladılar. Biraz yaklaşınca gelenin Halil olduğunu ve elinde günün mektuplarını tuttuğunu gördüler.

“Hah,” dedi Uğur, “senin savcı yollamış sonunda sarı zarfı!”

“Hadi oradan kerkenez,” dedi Bülent.

Halil yanlarına gelince frenlere asılıp durdu ve biraz soluklandı.

“Postacı kapının orada yakaladı beni, imzalanacak bir şey olmadığını, sadece mektuplar ve faturalar olduğunu söyleyip elime tutuşturdu hepsini, gitti. Seni görünce,” dedi Uğur’a, “el salladım kaçma diye, mektuplardan biri sana!”

“Bana kim mektup yazacak ki…” derken kendisine uzatılan zarfı eline aldı Uğur ve suratı bembeyaz oldu. Zarfın üzerinde, gönderen olarak Burcu’nun adını gördü Bülent. Burcu'dan gelen bir mektup. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder