Hakan ve Lütfiye rahatladıklarını
açıkça belli eden yüz ifadeleriyle birbirlerine baktılar. Roninlerin bundan
önceki projesi olan at yetiştirmeye göre bu çok daha makul hatta faydalı
olabilecek bir çabaydı.
“Ama yanlış anlamayın,” dedi Berk,
“biri çalsın herkes dinlesin türü sanattan hoşlanmıyorum ben. Hatta biri
bestelesin, herkes onu çalsın da demiyorum. Sanat dediğin üretilmeli. Herkes
ilgilendiği sanat konusunda biraz temel eğitim almalı, sonra da yaratıcılığını
konuşturmalı."
“Ben bu projeye her türlü desteği
vermeye hazırım, hem şu sanatla ilgili tartışmalara da faydası olur. Sen ne
dersin?” dedi Lütfiye Hakan'a bakarak.
“Ben de elimden geleni yaparım, hatta
vakit buldukça katılırım da. Bunun için bir oylamaya falan da gerek yok; ne
yapmak istiyorsanız ilk toplantıda çıkın duyurun, ben de size bütçe ayarlayayım!"
Roninler nedense karşı çıkılacağını
düşünmüş olacak ki projenin bu kadar kolayca kabul edilmesini büyük şaşkınlıkla
karşıladılar. Bir anda üzerinde düşünmesi zevkli, bir sürü hayale olanak
sağlayan düşünceleri fiilen çalışma gerektirecek, bütçeler, duyurular,
enstrüman ve ekipman satın almalar, günlerce hatta aylarca sürecek başarısız
alıştırmalar halini almıştı. Birkaçının yüzünde sevinç işaretleri olsa da çoğu
ne düşüneceğini bilemez haldeydi. Bu acayip yüz ifadeleri kervanı 9 numaralı
binanın yanından geçip yemekhanenin önündekiler tarafından görünür hale
geldiğinde Muammer ve Sevda onları hemen fark etti. Öğlen yemeği saati geldiğinden
ortalık artık ıssız değildi, yemek için gelmiş birkaç kişi de durup bu garip
kervanı seyre daldı. Bunu fark eden Roninler huzursuz oldular ve "biz
artık gidelim" demeye başladılar. En arkadaki iki üç tanesi şimdiden
yürüyüşlerini yavaşlatmış, sıvışmak için fırsat kolluyordu.
“Gençler,” dedi Hakan, “bizim biraz
işimiz var. Siz isterseniz yemekhanede oturun, hem öğle yemeğini yiyin hem de konuyu
konuşun. Biz de işimiz bitince yanınıza geliriz.”
Gönülsüzce yemekhaneye yollanan
gruptan ayrılan Lütfiye ile Hakan, hâlâ kompost atıklardan bahseden Bahadır’ın
yanına geldi.
“Çok beklettik seni, kusura bakma”
dedi Hakan. “Buradaki işiniz bittiyse yemekhaneye geçelim, orada yemek yerken
konuşuruz."
* * *
Bülent ve Uğur, idari binanın önünde
konuşuyorlardı.
“O son lafları hiç bekler miydin Hakan
abiden,” dedi Bülent. “Adam gayet mutlu görünüyor, sevgilisi var..."
“Nişanlısı” diye düzeltti Uğur.
“Canım her neyse! Hayatında onu seven
bir kadın var. İstediği gibi bir yerde yaşayıp istediği şeyleri yapıyor ve her
sabah kalkmak için en az bizim kadar zorlanıyor."
“Aslında çok şaşırtmadı beni. Hepimiz
öyle değil miyiz? Belki onun kadar iyi anlatamayız derdimizi ama hepimiz
anlamlı olan bir şeyler aramıyor muyuz?"
Bülent verecek bir cevap bulamadı, sustu.
Uzaktan gelen bir bisikletlinin kendilerine el salladığını görünce ona doğru
yürümeye başladılar. Biraz yaklaşınca gelenin Halil olduğunu ve elinde günün
mektuplarını tuttuğunu gördüler.
“Hah,” dedi Uğur, “senin savcı
yollamış sonunda sarı zarfı!”
“Hadi oradan kerkenez,” dedi Bülent.
Halil yanlarına gelince frenlere asılıp
durdu ve biraz soluklandı.
“Postacı kapının orada yakaladı beni,
imzalanacak bir şey olmadığını, sadece mektuplar ve faturalar olduğunu söyleyip
elime tutuşturdu hepsini, gitti. Seni görünce,” dedi Uğur’a, “el salladım kaçma
diye, mektuplardan biri sana!”
“Bana kim mektup yazacak ki…” derken
kendisine uzatılan zarfı eline aldı Uğur ve suratı bembeyaz oldu. Zarfın
üzerinde, gönderen olarak Burcu’nun adını gördü Bülent. Burcu'dan gelen bir
mektup.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder