24 Haziran 2012 Pazar

58


“Kavga gürültü çıkıyor mu peki? Çıkarsa ne yapıyorsunuz?”

“Kavga derken fiziksel anlamda kavgadan bahsediyorsan buna tolerans göstermeyiz. Ama şimdiye kadar bahsetmeye değer bir kavga olmadı. Ciddi bir kavga olursa normal bir köy ne yaparsa onu yaparız,” dedi Lütfiye, "jandarmayı çağırırız. Diğer köylerden hiçbir farkımız yok bizim. Çevredeki insanları buna inandırmaya çalışıyoruz hep. İlk yıl, kendi yiyecek stoklarımız yokken köylerdeki pazarlara gidiyorduk. Şimdi yine arada gidiyoruz, muhabbet edip dönüyoruz, çünkü temelde ihtiyaç duyduğumuz her şeyi yetiştirebiliyoruz burada.”

“Odamda bir liste var sebze bahçesine neler ektiğimize dair, siz ziraatçı olduğunuz için gerek duymamıştım vermeye. İstiyorsan ondan da bir kopya veririm sana. Yaz sonunda da biraz fazla tohumluk ayırır, size de tohum yollarız."

“Sağ olun,” dedi Bahadır, “bizim o açıdan bir sıkıntımız yok. Ekolojik bir köy kurmak için yola çıktığımızda dört koldan bütün Anadolu’yu gezdik ve istediğimiz ürünlerin tohumlarını bizzat seçerek köylülerden aldık. Elimizde çok geniş bir tohum bankası ve veri tabanı var. Hatta kanola tohumumuz bile var bolca; maalesef genetiğiyle oynanmış olduğunu düşünüyoruz. Belki imha edeceğiz o yüzden."

“Siz o tohumları bize verin,” dedi Hakan, “biz de yakıt üretimi için kullanalım. En büyük giderlerimizden biri motorin ve fuel-oil.”

“Binaları ekolojik yöntemlerle yalıtabilirsiniz, o zaman ısınma masrafınız azalır. Ama dizel gerçekten de gerekli traktörler için. Ben şu kanola tohumları konusunu açarım ilk toplantıda, sanırım kimse karşı çıkmaz."

Herkesin susmasından faydalanan Hakan ayağa kalktı:

“Ben çay getireyim. Daha konuşulacak çok şey var. Herkes içer değil mi?"

Masadakilerin tümü başıyla onaylayınca Hakan mutfağa doğru yürümeye başladı, Sevda da arkasından. Yürürken en son Bahadır'ın sorusunu duydular:

“Toplantılar nasıl gidiyor peki, şu felsefe şeyleri?"

Lütfiye’nin ne dediğini duyamadan içeri girdiler. Mutfağa doğru giderlerken Sevda kaşımadan duramadı:

“Sakinleşebildin mi biraz? Toplantıya verebiliyor musun kafanı?”

Hakan gülümsedi:

“Ha, evet. Soğuk su serptim iyi geldi. Ya sen beni çıldırtacak mısın?”

“Niye be?” dedi Sevda. Sesi aldatıcı biçimde masum çıkıyordu.

“Ben bunların hesabını sorarım gece!”

Mutfağa vardıklarında Bülent de iki bardağa çay koymakla meşguldü. Onları görünce şaşırdı.

“Ne iş?" dedi Hakan.

“Abi Uğur’a bir mektup geldi. Çok sinirleri bozuldu, onunla çay içip konuşuyoruz biraz.”

“Şu terk edip giden kızdan mı yoksa?”

“Evet. Kız bir sürü fırça atmış mektupta. Uğur da şimdi ona saydırıyor dışarıda."

“Hep kadınlar suçlu zaten!” araya giren Sevda’ydı. "Bu işlerin bir savaş oyunu, bir güç mücadelesi olmadığını öğrenemediniz gitti!"

“Ya evet,” diye patladı Bülent, “onun için hayatımıza giren her kadın ilk önce bizi değiştirmeye çalışıyor!”

“Ona ‘adam etmek’ denir akıllım,” dedi Sevda karşısında gördüğü öfke karşısında yumuşayarak. Yaralı, küskün oğlan çocuklarıyla konuşmaya alışmıştı zaman içinde; sesini yumuşatıp, gülümseyerek konuştuğu sürece asla kavga çıkmıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder