“Kavga gürültü çıkıyor mu peki?
Çıkarsa ne yapıyorsunuz?”
“Kavga derken fiziksel anlamda
kavgadan bahsediyorsan buna tolerans göstermeyiz. Ama şimdiye kadar bahsetmeye
değer bir kavga olmadı. Ciddi bir kavga olursa normal bir köy ne yaparsa onu
yaparız,” dedi Lütfiye, "jandarmayı çağırırız. Diğer köylerden hiçbir
farkımız yok bizim. Çevredeki insanları buna inandırmaya çalışıyoruz hep. İlk
yıl, kendi yiyecek stoklarımız yokken köylerdeki pazarlara gidiyorduk. Şimdi
yine arada gidiyoruz, muhabbet edip dönüyoruz, çünkü temelde ihtiyaç duyduğumuz
her şeyi yetiştirebiliyoruz burada.”
“Odamda bir liste var sebze bahçesine
neler ektiğimize dair, siz ziraatçı olduğunuz için gerek duymamıştım vermeye.
İstiyorsan ondan da bir kopya veririm sana. Yaz sonunda da biraz fazla tohumluk
ayırır, size de tohum yollarız."
“Sağ olun,” dedi Bahadır, “bizim o
açıdan bir sıkıntımız yok. Ekolojik bir köy kurmak için yola çıktığımızda dört
koldan bütün Anadolu’yu gezdik ve istediğimiz ürünlerin tohumlarını bizzat
seçerek köylülerden aldık. Elimizde çok geniş bir tohum bankası ve veri tabanı
var. Hatta kanola tohumumuz bile var bolca; maalesef genetiğiyle oynanmış
olduğunu düşünüyoruz. Belki imha edeceğiz o yüzden."
“Siz o tohumları bize verin,” dedi
Hakan, “biz de yakıt üretimi için kullanalım. En büyük giderlerimizden biri
motorin ve fuel-oil.”
“Binaları ekolojik yöntemlerle
yalıtabilirsiniz, o zaman ısınma masrafınız azalır. Ama dizel gerçekten de
gerekli traktörler için. Ben şu kanola tohumları konusunu açarım ilk
toplantıda, sanırım kimse karşı çıkmaz."
Herkesin susmasından faydalanan Hakan
ayağa kalktı:
“Ben çay getireyim. Daha konuşulacak
çok şey var. Herkes içer değil mi?"
Masadakilerin tümü başıyla onaylayınca
Hakan mutfağa doğru yürümeye başladı, Sevda da arkasından. Yürürken en son
Bahadır'ın sorusunu duydular:
“Toplantılar nasıl gidiyor peki, şu
felsefe şeyleri?"
Lütfiye’nin ne dediğini duyamadan
içeri girdiler. Mutfağa doğru giderlerken Sevda kaşımadan duramadı:
“Sakinleşebildin mi biraz? Toplantıya
verebiliyor musun kafanı?”
Hakan gülümsedi:
“Ha, evet. Soğuk su serptim iyi geldi.
Ya sen beni çıldırtacak mısın?”
“Niye be?” dedi Sevda. Sesi aldatıcı
biçimde masum çıkıyordu.
“Ben bunların hesabını sorarım gece!”
Mutfağa vardıklarında Bülent de iki
bardağa çay koymakla meşguldü. Onları görünce şaşırdı.
“Ne iş?" dedi Hakan.
“Abi Uğur’a bir mektup geldi. Çok
sinirleri bozuldu, onunla çay içip konuşuyoruz biraz.”
“Şu terk edip giden kızdan mı yoksa?”
“Evet. Kız bir sürü fırça atmış
mektupta. Uğur da şimdi ona saydırıyor dışarıda."
“Hep kadınlar suçlu zaten!” araya
giren Sevda’ydı. "Bu işlerin bir savaş oyunu, bir güç mücadelesi olmadığını
öğrenemediniz gitti!"
“Ya evet,” diye patladı Bülent, “onun
için hayatımıza giren her kadın ilk önce bizi değiştirmeye çalışıyor!”
“Ona ‘adam etmek’ denir akıllım,” dedi
Sevda karşısında gördüğü öfke karşısında yumuşayarak. Yaralı, küskün oğlan çocuklarıyla
konuşmaya alışmıştı zaman içinde; sesini yumuşatıp, gülümseyerek konuştuğu
sürece asla kavga çıkmıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder