4 Haziran 2012 Pazartesi

38


Önce kendisine verilen odayı beğenmemiş, onun için homurdanmıştı. Neyse ki odaları verme sistemi, en azından o zamanlar, çok basitti; odalara numara verilmişti ve her yeni gelen kişi kendi giriş numarasıyla aynı numaralı odaya alınıyordu. Daha sonraları tartışma grupları tek binada toplanmaya, kişilerin birbiri ile oda değiş tokuşu yapmasına izin vermek işleri daha karmaşık hale getirdi ne yazık ki.

Daha sonra bir hafta kadar uykuya daldı içindeki muhalefet. Sanırım gözlemlemek, işleyişi çözmek ve haksızlıkları tespit etmek için bir süre sessiz ve uyumlu yaşadı; sabahları herkesle birlikte traktörle tarlasına gitti, öğlen kendisine verilen kumanyayı yedi, akşam bulaşıklara yardım etti ve tartışmalarda sessiz kalıp dinledi. Tarladaki çalışma hırsı herkesi memnun ediyor, aralarında bir kahramanın dolaşması çiftlik ahalisine hem bir güven hem de bir mutluluk veriyordu. İnsanların sempatisini kazanmaya başladığı anda da huzursuzluk çıkarmaya başladı.

Tam sayısını hatırlamıyorum ama elli kişilik çiftlik ahalisi içinde o sırada tek bir Roninimiz vardı, Buket. Serazat, başına buyruk, dışarıdan bakınca neşeli ama mesafeli görünen Buket tam anlamıyla bize sığınmıştı. Lise yıllarında rock müzik dinleyip siyah tişörtlerle gezen, ailesiyle çatışan, muhalif, özgürlüğüne düşkün bir genç iken üniversitede daha da radikal ve sivri bir dil edinmişti. Çok güzel olmasa da havasıyla ve özgüveniyle bütün erkeklerin ilgisini üzerinde topluyor, ama o genelde çok kısa süreli ilişkileri tercih ediyor, kimseye bağlanıp dizginlerini kaptırmak istemiyordu (bunları mülakattan çok sonra, bize güvenmeye başladığında Lütfiye Abla'ya anlatmıştı). Aşkı küçümsüyor, ideolojileri küçümsüyor, içinden geldiği gibi yaşıyordu. Ancak bir gün sınıfındaki en sakin, sessiz, çalışkan, gözlüklü oğlanlardan biri yanına gelip kızarıp bozararak kendisinden hoşlandığını söylemişti. Buket her ne kadar özgürlüğüne düşkün biri olsa da acımasız değildi, oğlana hiçbir ortak yanları olmadığını, o güne kadar kendisini fark bile etmediğini nazikçe söyleyerek reddetmişti. Adını bile sormamıştı oğlana. Oğlanın adını ertesi gün gazetede görünce öğrenmişti, zaten ağır bir depresyonda olan çocukcağız o gece evinde intihar etmişti. Buket ise hiçbir suçu olmadığı halde bu ölümün altında ezilmiş, bir süre psikolojik destek almış, sonra da çiftliğe gelmişti. Sekizler dışında hikâyesini bilen yoktu; ona dokunamıyor, ulaşamıyor, zorla tarlaya gönderemiyor, iş yapmasını sağlayamıyorduk. Şefkat istemiyor, gerekmedikçe pek konuşmuyor, ama zamanla kendini topluyormuş gibi görünüyordu.

İşte Alev bu Buket’e taktı kafayı. Buket istemediği için hikâyesini kimseye anlatmamıştık, ancak Alev’den başka kimse de onun boş boş dolaşmasını garipsemiyordu. Hepimizin aylarca kanepeden koltuktan kalkmadığımız, sebepsiz dolaşıp işe yaramadığımız dönemler olmuştu. Ancak Alev bir tek onun faydasız olduğuna inandığından, bir gün dolaşırken rastladığı Buket’le ciddi bir tartışmaya girmiş, neredeyse bir saat kısa düstur çekmişti. Onun utanmaz ve tembel bir parazit olduğunu ima etmiş, ama açıkça bunu söyleyememişti; çünkü henüz kendisini yeterli kıdeme sahip görmüyordu. Ama Buket’in ağlayarak sekizlerin kulübesine sığınmasını sağlamayı başarmıştı.

Sakinleştirilmek üzere benim odama getirildiğinde hâlâ söyleniyor, homurdanıyor, “Değil mi ama?” diyerek onu yanıma getiren Hasan Abinin onayını almaya çalışıyordu. Odaya gelip beni masanın bir tarafında, kendisine de karşımdaki misafir koltuğunda gördüğü anda aydı.

“Müdüre mi getirdiniz beni?” dedi Hasan Abiye. “Aman ne güzel, çiftliğinizin nizamını ben mi bozmuş oldum şimdi?”

Konuşmaya devam etmesine izin vermeyip sözünü kestim, zaten kesmesem 15 dakika da bana anlatacaktı olup biteni:

“Neden ‘çiftliğiniz’ dedin?” 

1 yorum: