Önce kendisine verilen odayı
beğenmemiş, onun için homurdanmıştı. Neyse ki odaları verme sistemi, en azından
o zamanlar, çok basitti; odalara numara verilmişti ve her yeni gelen kişi kendi
giriş numarasıyla aynı numaralı odaya alınıyordu. Daha sonraları tartışma grupları
tek binada toplanmaya, kişilerin birbiri ile oda değiş tokuşu yapmasına izin
vermek işleri daha karmaşık hale getirdi ne yazık ki.
Daha sonra bir hafta kadar uykuya
daldı içindeki muhalefet. Sanırım gözlemlemek, işleyişi çözmek ve haksızlıkları
tespit etmek için bir süre sessiz ve uyumlu yaşadı; sabahları herkesle birlikte
traktörle tarlasına gitti, öğlen kendisine verilen kumanyayı yedi, akşam
bulaşıklara yardım etti ve tartışmalarda sessiz kalıp dinledi. Tarladaki
çalışma hırsı herkesi memnun ediyor, aralarında bir kahramanın dolaşması
çiftlik ahalisine hem bir güven hem de bir mutluluk veriyordu. İnsanların
sempatisini kazanmaya başladığı anda da huzursuzluk çıkarmaya başladı.
Tam sayısını hatırlamıyorum ama elli
kişilik çiftlik ahalisi içinde o sırada tek bir Roninimiz vardı, Buket.
Serazat, başına buyruk, dışarıdan bakınca neşeli ama mesafeli görünen Buket tam
anlamıyla bize sığınmıştı. Lise yıllarında rock müzik dinleyip siyah
tişörtlerle gezen, ailesiyle çatışan, muhalif, özgürlüğüne düşkün bir genç iken
üniversitede daha da radikal ve sivri bir dil edinmişti. Çok güzel olmasa da
havasıyla ve özgüveniyle bütün erkeklerin ilgisini üzerinde topluyor, ama o
genelde çok kısa süreli ilişkileri tercih ediyor, kimseye bağlanıp dizginlerini
kaptırmak istemiyordu (bunları mülakattan çok sonra, bize güvenmeye
başladığında Lütfiye Abla'ya anlatmıştı). Aşkı küçümsüyor, ideolojileri
küçümsüyor, içinden geldiği gibi yaşıyordu. Ancak bir gün sınıfındaki en sakin,
sessiz, çalışkan, gözlüklü oğlanlardan biri yanına gelip kızarıp bozararak
kendisinden hoşlandığını söylemişti. Buket her ne kadar özgürlüğüne düşkün biri
olsa da acımasız değildi, oğlana hiçbir ortak yanları olmadığını, o güne kadar
kendisini fark bile etmediğini nazikçe söyleyerek reddetmişti. Adını bile
sormamıştı oğlana. Oğlanın adını ertesi gün gazetede görünce öğrenmişti, zaten
ağır bir depresyonda olan çocukcağız o gece evinde intihar etmişti. Buket ise
hiçbir suçu olmadığı halde bu ölümün altında ezilmiş, bir süre psikolojik
destek almış, sonra da çiftliğe gelmişti. Sekizler dışında hikâyesini bilen
yoktu; ona dokunamıyor, ulaşamıyor, zorla tarlaya gönderemiyor, iş yapmasını sağlayamıyorduk.
Şefkat istemiyor, gerekmedikçe pek konuşmuyor, ama zamanla kendini topluyormuş
gibi görünüyordu.
İşte Alev bu Buket’e taktı kafayı.
Buket istemediği için hikâyesini kimseye anlatmamıştık, ancak Alev’den başka
kimse de onun boş boş dolaşmasını garipsemiyordu. Hepimizin aylarca kanepeden
koltuktan kalkmadığımız, sebepsiz dolaşıp işe yaramadığımız dönemler olmuştu. Ancak
Alev bir tek onun faydasız olduğuna inandığından, bir gün dolaşırken rastladığı
Buket’le ciddi bir tartışmaya girmiş, neredeyse bir saat kısa düstur çekmişti.
Onun utanmaz ve tembel bir parazit olduğunu ima etmiş, ama açıkça bunu
söyleyememişti; çünkü henüz kendisini yeterli kıdeme sahip görmüyordu. Ama
Buket’in ağlayarak sekizlerin kulübesine sığınmasını sağlamayı başarmıştı.
Sakinleştirilmek üzere benim odama
getirildiğinde hâlâ söyleniyor, homurdanıyor, “Değil mi ama?” diyerek onu
yanıma getiren Hasan Abinin onayını almaya çalışıyordu. Odaya gelip beni
masanın bir tarafında, kendisine de karşımdaki misafir koltuğunda gördüğü anda
aydı.
“Müdüre mi getirdiniz beni?” dedi
Hasan Abiye. “Aman ne güzel, çiftliğinizin nizamını ben mi bozmuş oldum şimdi?”
Konuşmaya devam etmesine izin vermeyip
sözünü kestim, zaten kesmesem 15 dakika da bana anlatacaktı olup biteni:
“Neden ‘çiftliğiniz’ dedin?”
Aha! "Neden çiftliğiniz?" Sahiplenememiş Alev.
YanıtlaSil