10 Haziran 2012 Pazar

44


“Hiç işim olmaz,” dedi Hakan. Hevesi kursağında kalmış biçimde yatağa oturdu. “Benim azıcık olsun dinlenmem gerekiyor. İstersen sen de bekle, 15-20 dakika sonra gidelim, ya da sen git ben birazdan geleyim.”

“Ay çocuk gibisin bugün, uğraşamam seninle. Ben seni iki saattir burada seni bekleyeyim, üstüne bir de nazını çekeyim; onu mu istiyorsun?”

Böyle demesine rağmen Sevda odadan çıkmamıştı. Göz temasını kesmeden talepkâr biçimde bekliyordu Hakan’ın kendisiyle birlikte dışarı çıkmasını. Oysa Hakan, o da göz temasını kesmeden, yavaş yavaş geri gitti ve yatağın kenarına oturdu. Eliyle yanına dokundu hafifçe.

“Gel bak ne anlatacağım,” dedi gülümseyerek. “Neden geç geldiğimi anlatayım sana.”

“Yok, ben yemem bu numaraları. Anlatacaksan gel, yürürken anlat.”

İkisi de karşı tarafın ne istediğini bilmesine rağmen buna yanaşmıyor, ama pazarlığı da kesmiyordu. İki tane tek kişilik bazanın üzerine yerleştirilmiş, küçük pencerenin aydınlattığı çift kişilik bir yataktan, yatağın iki başucundaki iki tahta sehpadan ve iki branda dolaptan başka bir masa ve iki sandalyeden oluşan oda vücut çalımına izin verecek gibi değildi. Çiftliğin merkezine ve yemekhaneye bakan cephede değildi oda, pencereden göz alabildiğine yeşillik ve bulutsuz mavi gökyüzü görünüyor, Sevda Hakan'da aniden uyandırdığı hevesin inmesi için gereken dakikalarda top çevirmek isterken, Hakan hızla gole gitmek için umutsuzca çabalıyordu.

“Çok yoruyor beni şu oğlanlar, hiç acımıyorsun da bana" diyerek son bir hamle yaptı Hakan.

Sevda yüzüne yayılmış gülümsemenin onu ne kadar çekici kıldığını bilse, maçı uzatmamak için hemen suratını sallandırırdı.

“Kalk hadi,” dedi, “millet tarlada ter dökerken sen iyice gevşedin kentsoylular gibi.”

Hakan yenilgiyi kabul edip göz temasını kesti ve yatağa uzanıverdi.

“Gerçekten 15-20 dakika kafayı toplamaya ihtiyacım var. Özür dilerim.”

Bu ümitsiz teslimiyeti ve şefkat talebini pek iplemeyen Sevda arkasını dönecekken durdu, ne zaman tamamlanacağı belirsiz bir hediyenin peşinatı olarak bir öpücük vermek üzere Hakan'ın yanına gitti. Gözleri kapalı kendisini dinleyen Hakan'a yaklaştı, eğilip dudaklarına yapıştı. Hakan kollarıyla onu kavrayıp kaçamaz hale getirmeden önce, yani şaşkınlığı geçip öpücüğe karşılık vermeye başladığı an dudaklarını ayırıverdi. Bir şey söylemeden kapıya gitti, kapıyı açıp dışarı çıktığında da Hakan’ın çok ihtiyaç duyabileceği mahremiyeti engelleyecek biçimde kapıyı açık bıraktı.

Hakan birkaç dakika boyunca kımıldamadan yattıktan sonra gözlerini açtığında oda artık çirkin dört duvardan, baskıcı bir tavandan ve üstündekini silkeleyip atmak isteyen nemrut bir zeminden ibaretti sadece. Mobilyalar da sözleşmiş gibi yaşlı, bezgin duruyorlardı yerlerinde. Hepsine grinin tonları sinmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder