“Hiç işim olmaz,” dedi Hakan. Hevesi
kursağında kalmış biçimde yatağa oturdu. “Benim azıcık olsun dinlenmem gerekiyor.
İstersen sen de bekle, 15-20 dakika sonra gidelim, ya da sen git ben birazdan
geleyim.”
“Ay çocuk gibisin bugün, uğraşamam
seninle. Ben seni iki saattir burada seni bekleyeyim, üstüne bir de nazını
çekeyim; onu mu istiyorsun?”
Böyle demesine rağmen Sevda odadan
çıkmamıştı. Göz temasını kesmeden talepkâr biçimde bekliyordu Hakan’ın kendisiyle
birlikte dışarı çıkmasını. Oysa Hakan, o da göz temasını kesmeden, yavaş yavaş
geri gitti ve yatağın kenarına oturdu. Eliyle yanına dokundu hafifçe.
“Gel bak ne anlatacağım,” dedi
gülümseyerek. “Neden geç geldiğimi anlatayım sana.”
“Yok, ben yemem bu numaraları. Anlatacaksan
gel, yürürken anlat.”
İkisi de karşı tarafın ne istediğini
bilmesine rağmen buna yanaşmıyor, ama pazarlığı da kesmiyordu. İki tane tek
kişilik bazanın üzerine yerleştirilmiş, küçük pencerenin aydınlattığı çift
kişilik bir yataktan, yatağın iki başucundaki iki tahta sehpadan ve iki branda
dolaptan başka bir masa ve iki sandalyeden oluşan oda vücut çalımına izin
verecek gibi değildi. Çiftliğin merkezine ve yemekhaneye bakan cephede değildi
oda, pencereden göz alabildiğine yeşillik ve bulutsuz mavi gökyüzü görünüyor,
Sevda Hakan'da aniden uyandırdığı hevesin inmesi için gereken dakikalarda top
çevirmek isterken, Hakan hızla gole gitmek için umutsuzca çabalıyordu.
“Çok yoruyor beni şu oğlanlar, hiç
acımıyorsun da bana" diyerek son bir hamle yaptı Hakan.
Sevda yüzüne yayılmış gülümsemenin onu
ne kadar çekici kıldığını bilse, maçı uzatmamak için hemen suratını
sallandırırdı.
“Kalk hadi,” dedi, “millet tarlada ter
dökerken sen iyice gevşedin kentsoylular gibi.”
Hakan yenilgiyi kabul edip göz temasını
kesti ve yatağa uzanıverdi.
“Gerçekten 15-20 dakika kafayı
toplamaya ihtiyacım var. Özür dilerim.”
Bu ümitsiz teslimiyeti ve şefkat
talebini pek iplemeyen Sevda arkasını dönecekken durdu, ne zaman tamamlanacağı
belirsiz bir hediyenin peşinatı olarak bir öpücük vermek üzere Hakan'ın yanına
gitti. Gözleri kapalı kendisini dinleyen Hakan'a yaklaştı, eğilip dudaklarına
yapıştı. Hakan kollarıyla onu kavrayıp kaçamaz hale getirmeden önce, yani
şaşkınlığı geçip öpücüğe karşılık vermeye başladığı an dudaklarını ayırıverdi. Bir
şey söylemeden kapıya gitti, kapıyı açıp dışarı çıktığında da Hakan’ın çok
ihtiyaç duyabileceği mahremiyeti engelleyecek biçimde kapıyı açık bıraktı.
Hakan birkaç dakika boyunca
kımıldamadan yattıktan sonra gözlerini açtığında oda artık çirkin dört
duvardan, baskıcı bir tavandan ve üstündekini silkeleyip atmak isteyen nemrut
bir zeminden ibaretti sadece. Mobilyalar da sözleşmiş gibi yaşlı, bezgin duruyorlardı
yerlerinde. Hepsine grinin tonları sinmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder