Benim sabahları yataktan kalkmamı
sağlayan şey o ışığı bir gün yakacak kişiler içinde olma ihtimalim. Sonunda
ölüm olan bir hayatı yaşamanın ne kadar saçma olduğunu, her devrimin en fazla
bir nesil içinde yozlaştığını, her değişikliğin kendi muktedirlerini yarattığını
söyleyen o iç sesimi susturuyorum, istisnasız her gün "ne anlamı var?” sorusuna
"şu anda bilmiyorum ama bulacağım" cevabını veriyorum ve devam
ediyorum. Bu soru kafanıza bir defa yerleşti mi bütün kutsallarınızı yerle bir
ediyor, tutunduğunuz her dalı kırıp elinize veriyor, yaşamaya devam etmeyi
anlamsız gördüğünüzde karnınız bile acıkmıyor. Ölümü düşünürken buluyorsunuz
kendinizi, düşündükçe dibe iniyor ve hayatla başa çıkma iştahınızı yitiriyorsunuz.
Biri sizi yukarı çekiyor, ama bunu yapmak için sizi ikna edecek şeyler
söyleyemiyor – “düşünme, düşünmekle çözülecek bir sorun değil bu” diyorlar, “insanları
üzüyorsun” diyorlar, “bak herkes hayatını yaşıyor, keyfine bakıyor, sen de
onlar gibi olabilirsin” diyorlar. O sesi bastırıp, o sese rağmen hayatını büyük
bir yalan gibi sürdürüyorsun.
Hayat bayram, dünya ütopya olsa bile,
bir tek kişi bile aç açık kalmasa, acı çekmese bile ölüm düşüncesi ay gibi bizi
takip ediyor. Gündüz güneş saklıyor onu, gece bulutlar, ama orada olduğunu biliyoruz
hep. Güneş batarken gözümüz onu arıyor, gördüğümüz anda artık ne tarafa bakmamamız
gerektiğini öğrenmiş oluyoruz ancak. Gece perdeleri çekiyoruz, sureti gelmese
de aydınlığı perdelerden içeri sızıyor. Onun bize verdiği ıstırabı seviyoruz neredeyse,
onunla yaşamayı öğreniyoruz.
Bazıları, yani şanslı olanlar, ölüm
orada değilmiş, her hamleyi, her düşünceyi, her güzelliği, her zevki değersizleştirmiyormuş
gibi davranıyorlar. Onları sarsıp gerçeği haykırmak istedim eskiden, mutluluklarının
salakça olduğunu söylemek isterdim. Aslında kıskançlıktı bu sadece. Şimdilik
onlardan uzak olmak yetiyor bana. Zaten çiftlikte onlardan bir tane bile yok
sanırım. Hepimizin ağzındaki acı tadın sebebi ölüm, hayatı tutamayışımızın
nedeni ölüm korkusu gibi geliyor bana; ama bunu hiç açıkça konuşmadım buradakilerle.
Ben devrimle, başkası sanatla, diğerleri felsefeyle oyalıyor kendini, o
düşüncenin kafamıza girmesini engellemek için her gün süngü savaşındayız.
Savaşta kaybedecek olanın neden inatla
süngüsünü taktığını, neden kaçmadığını filmlerden, romanlardan değil,
yenileceğiniz gerçeğini tam anlamıyla kavradığınız halde kravatınızı bağlamaya
devam ettiğinizde öğrenirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder