6 Haziran 2012 Çarşamba

41


Benim sabahları yataktan kalkmamı sağlayan şey o ışığı bir gün yakacak kişiler içinde olma ihtimalim. Sonunda ölüm olan bir hayatı yaşamanın ne kadar saçma olduğunu, her devrimin en fazla bir nesil içinde yozlaştığını, her değişikliğin kendi muktedirlerini yarattığını söyleyen o iç sesimi susturuyorum, istisnasız her gün "ne anlamı var?” sorusuna "şu anda bilmiyorum ama bulacağım" cevabını veriyorum ve devam ediyorum. Bu soru kafanıza bir defa yerleşti mi bütün kutsallarınızı yerle bir ediyor, tutunduğunuz her dalı kırıp elinize veriyor, yaşamaya devam etmeyi anlamsız gördüğünüzde karnınız bile acıkmıyor. Ölümü düşünürken buluyorsunuz kendinizi, düşündükçe dibe iniyor ve hayatla başa çıkma iştahınızı yitiriyorsunuz. Biri sizi yukarı çekiyor, ama bunu yapmak için sizi ikna edecek şeyler söyleyemiyor – “düşünme, düşünmekle çözülecek bir sorun değil bu” diyorlar, “insanları üzüyorsun” diyorlar, “bak herkes hayatını yaşıyor, keyfine bakıyor, sen de onlar gibi olabilirsin” diyorlar. O sesi bastırıp, o sese rağmen hayatını büyük bir yalan gibi sürdürüyorsun.

Hayat bayram, dünya ütopya olsa bile, bir tek kişi bile aç açık kalmasa, acı çekmese bile ölüm düşüncesi ay gibi bizi takip ediyor. Gündüz güneş saklıyor onu, gece bulutlar, ama orada olduğunu biliyoruz hep. Güneş batarken gözümüz onu arıyor, gördüğümüz anda artık ne tarafa bakmamamız gerektiğini öğrenmiş oluyoruz ancak. Gece perdeleri çekiyoruz, sureti gelmese de aydınlığı perdelerden içeri sızıyor. Onun bize verdiği ıstırabı seviyoruz neredeyse, onunla yaşamayı öğreniyoruz.

Bazıları, yani şanslı olanlar, ölüm orada değilmiş, her hamleyi, her düşünceyi, her güzelliği, her zevki değersizleştirmiyormuş gibi davranıyorlar. Onları sarsıp gerçeği haykırmak istedim eskiden, mutluluklarının salakça olduğunu söylemek isterdim. Aslında kıskançlıktı bu sadece. Şimdilik onlardan uzak olmak yetiyor bana. Zaten çiftlikte onlardan bir tane bile yok sanırım. Hepimizin ağzındaki acı tadın sebebi ölüm, hayatı tutamayışımızın nedeni ölüm korkusu gibi geliyor bana; ama bunu hiç açıkça konuşmadım buradakilerle. Ben devrimle, başkası sanatla, diğerleri felsefeyle oyalıyor kendini, o düşüncenin kafamıza girmesini engellemek için her gün süngü savaşındayız.

Savaşta kaybedecek olanın neden inatla süngüsünü taktığını, neden kaçmadığını filmlerden, romanlardan değil, yenileceğiniz gerçeğini tam anlamıyla kavradığınız halde kravatınızı bağlamaya devam ettiğinizde öğrenirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder