12 Haziran 2012 Salı

46

“Hakan,” diye seslendi Lütfiye’nin arkasında neredeyse görülmeyen Buket, “bizim konuşacağımız şey önemli.”

“Bundan eminim,” dedi Hakan soğukkanlılıkla. “Önemli olmasa bir araya gelip hep birlikte Lütfiye Ablanın başına çökmezdiniz. Ama benim işim de acil, Aydın'dan gelenler yarın gidecek ve sormak istedikleri bir sürü soru varmış. Sizin önemli konunuzu akşam, sakin kafayla konuşsak olmaz mı?"

Roninler birbirlerine baktılar. Muhtemelen sabah kadar, artık her neyse o konuda konuşmuş, belki biraz uyumuş ve ilk fırsatta kulübeye gelmiş gibi görünüyorlardı; yorgun ama kıpır kıpırdılar. Nadiren böyle heveslenip bir araya gelirler, o neredeyse çocuksu heyecanları sönmeden harekete geçmeleri gerekirdi. Aksi takdirde, hele ve bir gece tek başlarına yatakta dönüp dururken konuyu enine boyuna düşündüklerinde bütün hevesleri kaçar, ertesi gün biri caydığını açıkça söylese de konu kapansa diye umutla birbirlerinin yüzlerine bakarlardı. Sıkıntıları ve mutsuzlukları gerçek ve kalıcı, sevinç ve heyecanları ise daha gerçek fakat uçucuydu.

Hakan bu sessizliği bölmek için:

“Ya da bizimle birlikte gelin, yolda anlatmaya başlayın,” dedi, “veya kaldığınız yerden devam edin. O toplantıyı bir iki saat ertelememiz için bizi ikna etmeniz gerekecek çünkü.”

Umutlanan grup oturdukları sandalyelerden, verandadaki banklardan ve dayandıkları korkuluklardan kalkarak birden hareketlendi; kimi neredeyse yerinden sıçrayarak kalktı, diğerleri kendi aralarında fısıldaşarak hemen Lütfiye'nin yanında bitiverdiler. Onca fısıltı arasından duyabildiği tek ses "Berk'i de çağırsaydık" oldu Hakan’ın, şu anda muhtemelen çalıştığı tarlaya birini gönderip göndermeyeceklerini izlemek için daha dikkatle takip etti.

“Ben gidiyorum Hasancığım,” dedi Lütfiye, “bu iş sana emanet.”

Hep birlikte yürümeye başladıklarında arkada kalan Buket koşarak dere kenarına indi. Diğerleri birlikte yürüseler de konuyu açmaya niyetli değildiler:

“Aydın'a kaç kişi gidecek bizden," diye sordu Küçük Hakan, "kadroda yer var mı?"

“Oğlum şube mi açıyoruz da oraya tayin yapalım,” diye cevapladı Hakan, "hem senin ne işin var oralarda?"

“Yok, kendim için demiyorum, ama uzaklara gönderilecek birkaç adayımız var."

Roninlerin gülüşmelerinden sevmedikleri bazı tipleri çekiştirdikleri ve yollamaya pek hevesli oldukları belliydi. İsim vermeseler de kendilerine yargılayarak bakan, onlarla tartışan ve arkalarından konuşanların farkında oldukları belliydi.

“Bir de,” dedi Merve, “şu isim takma olayını biraz abartmıyor musunuz? Kimi Ronin diyor bize, kimi başka bir şey. Bu serdengeçti lafını da duyunca iyice tepem attı vallahi."

Bu lafları gülerek söylediğinden Lütfiye’nin o meşhur öfkesine maruz kalmadı Merve.

“Zor oluyor sizden bahsetmek. Onlar desem açıklayıcı olmuyor, kendinize koyduğunuz bir isim de yok. Ne diyeceğimi bilemiyorum."

“Çünkü tek ortak yanımız, bir gruba dâhil olmayışımız. O yüzden ortak bir ismimiz yok. Sen bizi daha önce hiç bir arada gördün mü Hakan?"

“Görmedim,” diye itiraf etti Hakan, “ve bu durumdan biraz korkmuyorum desem yalan olur.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder