8 Haziran 2012 Cuma

43


Bülent ile Uğur içeri dönerken yüzünü yaz güneşine dönüp 7 numaralı binaya doğru yürümeye başladı. Neredeyse öğlen olmuştu, güneş tam tepesinde yükseliyor ve ilk birkaç adımdan sonra insanların terlemesine neden olacak kadar çok ısıtıyordu ortalığı. Yağmurlar kesileli yeterince süre geçtiğinden neredeyse herkes tarla sürmeye gitmişti, Ahmet ile Batuhan da mevsimi geçti uyarılarına rağmen fidan dikmek için sabah erkenden tepelere çıkmıştı. Duyulan tek ses, onlara traktör arkasında ufak bir depoyla su götüren birinin sesiydi. Hakan tanımak istercesine yemekhanenin arkasından tepelere doğru uzaklaşan traktöre baktı, sonra vazgeçip binaya doğru yürümeye devam etti.

Yemekhanenin yanından geçerken arka bahçede Bahadır ile Muammer’i gördü. Bahadır muhtemelen söz verdiği gibi kompost gübre yapmak için neye ihtiyacı olduğunu anlatıyor, Muammer ise dikkatle dinliyordu. Duyabildiği tek kelime “beton” oldu, hiç bulaşmadan devam edip onlara görünmeden 7 numaralı binaya dalıverdi. 5 ve 6 numaraların aksine 7'nin ilk katı tamamen bölgeden toplanan taşlarla inşa edilmişti. Kolonların arasına neredeyse 25 santim taş ve ufak kaya parçaları ile bir duvar örülmüş, tarlalarda baş belası olan taşlar böylece bir işe yaramıştı. Ancak oturup düşündüklerinde taş duvar örmek o ilk sene karşılayamayacakları bir lükstü, inşaat kalfalarına sadece mutfağın bir duvarını ördürmüş, gerisini kendileri yapmakta ısrar etmişlerdi. Tam on gün süren çabanın ardından güneye bakan duvara taş yetmemiş, traktörle tepelerden taş çekmişlerdi. Görüntüsü şık olmasa da kendi el emeklerini açıkça ortaya koyan bu taş ev, çiftlikte sekizlerin kütük kulübesinden sonra en çok sevilen binaydı. Diğer binaların birinci katı için on beşer gün ayıramayacakları için tek taş bina bu olmuştu.

Taşın en iyi yanlarından biri de sıcağı içeri salmamasıydı. Yazları binadan içeri girince bariz bir rahatlama hissediliyordu, Hakan da bu serinliğin tadını çıkararak yavaş adımlarla üst kata çıktı. Kapıyı çaldı, içeriden gelen sese uyup kapıyı açtı.

Sevda odanın ortasında durmuş, elleri belinde ona bakıyordu.

“Neredesin sen?”

“Anlatması uzun sürer," dedi Hakan, "bir şeyler yazıyordum. Sonra Bülent ile konuşup onu Aydın’a gitmeye ikna ettim. Uğur’u da Fatsalıların peşine saldım.”

Sevda ellerini belinden indirdi:

“Hani biz gidecektik Aydın’a?”

Sesinden hesap mı sorduğunu yoksa sevinç mi duyduğunu anlamak mümkün değildi.

“Ben burayı bırakıp gitmeye hazır değilim tam. Sen gitmek mi istiyordun?”

“Ben de gitmek istemiyorum aslında, ama kendimi biraz hazırlamıştım açıkçası. Belki giderken bir gün mola verip bizimkilere de uğrarız diyordum.”

"İyi olurdu, değil mi? Gitmek istemediğini anladığım için sana sormadan Bülent'e yıktım işi. Hem bu aralar morali de pek yerinde değil.”

“Demek artık bana sormadan kararlar alınıyor,” dedi Sevda. Artık yüzündekinin bir gülümseme olduğu açıkça belliydi. “Belki ben gitmek istiyordum?!”

Hakan sesin içine gömülmüş olan cilveli, şakacı ve iğneleyici tonu yakaladığı anda Sevda’ya yaklaştı ve onu öpmek için dudaklarını yaklaştırdı. Ama alabildiği sadece ufak bir dudak teması oldu, Sevda omzuna şakacıktan vurarak kovaladı onu hemen.

“Bahadır’la Muammer bizi bekliyorlar. Hadi!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder