Bülent ile Uğur içeri dönerken yüzünü
yaz güneşine dönüp 7 numaralı binaya doğru yürümeye başladı. Neredeyse öğlen
olmuştu, güneş tam tepesinde yükseliyor ve ilk birkaç adımdan sonra insanların
terlemesine neden olacak kadar çok ısıtıyordu ortalığı. Yağmurlar kesileli
yeterince süre geçtiğinden neredeyse herkes tarla sürmeye gitmişti, Ahmet ile
Batuhan da mevsimi geçti uyarılarına rağmen fidan dikmek için sabah erkenden
tepelere çıkmıştı. Duyulan tek ses, onlara traktör arkasında ufak bir depoyla
su götüren birinin sesiydi. Hakan tanımak istercesine yemekhanenin arkasından
tepelere doğru uzaklaşan traktöre baktı, sonra vazgeçip binaya doğru yürümeye
devam etti.
Yemekhanenin yanından geçerken arka
bahçede Bahadır ile Muammer’i gördü. Bahadır muhtemelen söz verdiği gibi
kompost gübre yapmak için neye ihtiyacı olduğunu anlatıyor, Muammer ise dikkatle
dinliyordu. Duyabildiği tek kelime “beton” oldu, hiç bulaşmadan devam edip
onlara görünmeden 7 numaralı binaya dalıverdi. 5 ve 6 numaraların aksine 7'nin
ilk katı tamamen bölgeden toplanan taşlarla inşa edilmişti. Kolonların arasına
neredeyse 25 santim taş ve ufak kaya parçaları ile bir duvar örülmüş,
tarlalarda baş belası olan taşlar böylece bir işe yaramıştı. Ancak oturup
düşündüklerinde taş duvar örmek o ilk sene karşılayamayacakları bir lükstü,
inşaat kalfalarına sadece mutfağın bir duvarını ördürmüş, gerisini kendileri
yapmakta ısrar etmişlerdi. Tam on gün süren çabanın ardından güneye bakan
duvara taş yetmemiş, traktörle tepelerden taş çekmişlerdi. Görüntüsü şık olmasa
da kendi el emeklerini açıkça ortaya koyan bu taş ev, çiftlikte sekizlerin
kütük kulübesinden sonra en çok sevilen binaydı. Diğer binaların birinci katı
için on beşer gün ayıramayacakları için tek taş bina bu olmuştu.
Taşın en iyi yanlarından biri de sıcağı
içeri salmamasıydı. Yazları binadan içeri girince bariz bir rahatlama
hissediliyordu, Hakan da bu serinliğin tadını çıkararak yavaş adımlarla üst
kata çıktı. Kapıyı çaldı, içeriden gelen sese uyup kapıyı açtı.
Sevda odanın ortasında durmuş, elleri
belinde ona bakıyordu.
“Neredesin sen?”
“Anlatması uzun sürer," dedi
Hakan, "bir şeyler yazıyordum. Sonra Bülent ile konuşup onu Aydın’a
gitmeye ikna ettim. Uğur’u da Fatsalıların peşine saldım.”
Sevda ellerini belinden indirdi:
“Hani biz gidecektik Aydın’a?”
Sesinden hesap mı sorduğunu yoksa sevinç
mi duyduğunu anlamak mümkün değildi.
“Ben burayı bırakıp gitmeye hazır
değilim tam. Sen gitmek mi istiyordun?”
“Ben de gitmek istemiyorum aslında,
ama kendimi biraz hazırlamıştım açıkçası. Belki giderken bir gün mola verip
bizimkilere de uğrarız diyordum.”
"İyi olurdu, değil mi? Gitmek
istemediğini anladığım için sana sormadan Bülent'e yıktım işi. Hem bu aralar
morali de pek yerinde değil.”
“Demek artık bana sormadan kararlar
alınıyor,” dedi Sevda. Artık yüzündekinin bir gülümseme olduğu açıkça belliydi.
“Belki ben gitmek istiyordum?!”
Hakan sesin içine gömülmüş olan
cilveli, şakacı ve iğneleyici tonu yakaladığı anda Sevda’ya yaklaştı ve onu
öpmek için dudaklarını yaklaştırdı. Ama alabildiği sadece ufak bir dudak teması
oldu, Sevda omzuna şakacıktan vurarak kovaladı onu hemen.
“Bahadır’la Muammer bizi bekliyorlar.
Hadi!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder