16 Haziran 2012 Cumartesi

50


Oysa işe küçük ve basit olandan başlamamız gerekiyordu. Gündelik hayatlarımızda tümevarım uygulamaktansa, daha indirgemeci davranıp kendi içimizden yola çıkmalıydık belki. Etrafımızdaki insanların nezdinde hangi derecelere yükseleceğimizi düşünerek bir şeyleri arzulamak ve elde etmeye çalışmak, ya da “başaramadım, yanıldım” demekten ölesiyle korktuğumuz için bir takım seçimlerimize tutunmaya çalışmaktan kişiliğimizin asıl içeriğiyle yüz yüze gelemiyorduk. Gerçekte neyi istediğimizi ve nelerden nefret ettiğimizi bile bilemeyecek kadar şuursuz yaratıklardık. Mutluluğa hiç düşünmeden kucak açan bizsek, içimizdeki kötüyü de aynı hevesle kucaklamamız gerekiyordu. Buna aracı olması için de başka bir insana, başka bir eve ya da başka bir ofise ihtiyacımız olmamalıydı. Sadece çıkış noktası olarak kendimizi kullanarak, kendi içimizdeki sınırları kaldırarak etrafımızdaki yaşam alanıyla düzgün bir ilişki kurabilirdik.

Günler ve gecelerce bütün bunlar aklımdan geçerken, Uğur, seni özlediğimi fark etmiştim. Arkamda kalan onca bulanık siluet arasında tek belirgin yüz sana aitti, çünkü senin bunları anlayacağını, en kötümser yaklaşımla bile, bunları anlamaya çaba göstereceğini biliyordum. Çünkü seninle birbirimize duyduğumuz aşktan ziyade, sahip olduğumuz iyiyi ve kötüyü birbirimizle paylaşabildiğimiz, sevdiklerimiz kadar nefret ettiklerimizi de birbirimize itiraf edip, bir şeyleri daha iyi yapmak için sabahlara kadar kitap okuyup, kavga edip, uykusuz kalıp birbirimize küs uyanmayı göze alabildiğimiz bir arkadaşlığımız da vardı. Umudumuz vardı her şeyden önemlisi. Peki, sen ne yaptın? Çalışmayı denediğin tek iş yeri sana birkaç yıl istediğin maaşı vermedi, umduğunu bulamadın diye, ha bir-iki tane de dandik kalp kırıklığı yaşadın diye her şeyden vazgeçip kendini izole etmeyi seçtin! Sahip olduğun potansiyeli herkesten çok daha aşağı görüp, kendinle herkesten çok dalga geçip, kendini o ufacık çiftliğe kapattın. Yıllarca dilinden düşürmediğin, hayat enerjinin kaynağı olduğunu falan iddia ettiğin, insanlığa karşı duyduğun o büyük öfkenin ateşi yalnızca çiftlikteki bir avuç insanı mı yakmaya yetiyormuş?  Yoksa daha mı çok yanılıyorum? Kendi buğdayını öğütüp kendi ekmeğini yapmaya başladığında ve hayatta kalman için kimse senden daha fazlasını talep etmediğinde öfken bir anda sönüp gitti mi? Kendini antidepresan bağımlısı birkaç “drama queen” ile bir tiyatro sahnesine kapatıp birkaç ay mutlu olduğunu zannettiğinde her şeyi çözmüş mü olacaksın? Kendini “gerçek” hissedecek misin sahiden? Birinden duymaya ihtiyacın varsa ben sana söyleyeyim: Biz hepimiz, yani insanlığın geri kalanı, etrafımızda örülü yüksek duvarlar olmadan dünyadaki geri kalan yedi milyar insanla bir arada, onlardan gelebilecek tüm tehlikelere açık ve onların varlığına, desteğine, sevgisine muhtaç olduğumuz gerçeğini inkâr etmeden yaşıyoruz. Başka bir deyişle, hiçbirimiz kendini milyarda bire yakın bir oranda özel hissedecek kadar bozuk bir algıya sahip değil. Yeryüzünün en büyük derdini biz çekmişiz, en büyük haksızlıklara biz uğramışız, insanlığa verdiğimiz şeylerin bırak karşılığını, küçük bir parçasını dahi ondan sadece biz alamamışız gibi, buluğ çağındaki çocuklar gibi küsüp, kaçıp, kendimizi bir takım duvarlar arkasına hapsedip, zaten herhangi bir şeyle savaşmaya falan gücümüzün olmadığını daha en başından kabul etmiyoruz.

Peki ya en fazla bir sene içinde muhtemelen olacakları düşünmeyi hiç akıl ettin mi Uğur? Çakma “kaybedenler klübü”nüz medyada birazcık daha fazla ses getirmeye başladığı anda hem hükûmetin, hem kendini politik zanneden çakma aktivistlerin, hem de onları temsil eden bir takım grupların üzerinize yüklenmeye başlayacağı ihtimali hiç gelmedi mi aklına? Ne anarşistliğiniz kalacak, ne komünistliğiniz, ne masonluğunuz, ne de cemaatçiliğiniz. Hadi çok şaşırtıcı bir şey oldu ve kapınıza kilit takmayı beceremediler diyelim, sayınız biraz daha artıp az çok ciddi boyutlarda üretim yapmaya başladığınız zaman, elinize ihtiyacınız olandan ya da tüketebileceğiniz kadarından az daha fazla ürün geçmeye başladığında, o fazlalıklarla ne yapılacağına nasıl karar vereceksiniz, bu konuda herhangi bir planınız veya öngörünüz var mı, çok merak ediyorum açıkçası.

Modern dünya tarihinin en meşhur başarısızlık hikâyesini yeniden canlandırmak uğruna kendine olan bütün güveninden, seni çevreleyen koskoca bir gerçeklikten kaçıp gittiğine inanamıyorum, inanmak da istemiyorum.
Lakin inanmak istemeyip inanmak zorunda kaldığım, vazgeçmek istemeyip vazgeçmek zorunda kaldığım birçok şey gibi, hayatlarımızı paylaştığımız zamanlarda tanıdığımı zannettiğim ve hatıralarımın arasında en güzel yere koyduğum Uğur da basit bir yanılsamadan ve hayal kırıklığından fazlası değilmiş.

Bunun son olması dileğiyle,

Hoşçakal.

Burcu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder