17 Haziran 2012 Pazar

51


Okuyup bitirdiğinde arkasına yaslandı, gözlerini kapatıp birkaç saniye düşündü. Sonra bir daha okudu, sonra bir daha. Bir süre sonra kapının tıklatıldığını duydu:

“İyi misin?” dedi Bülent kapının öteki tarafından, endişeyle.

“Değilim. Hiç iyi değilim."

Bülent içeri girdiğinde Uğur sağ elinde mektubu sıkıca tutuyor, diğer elini ise az sonra kavgaya girecekmişçesine bir yumruk gibi sıkıyordu.

“Küçük hanımın fırça atası gelmiş,” dedi öfkeyle. “Önce doğru dürüst bir açıklama yapmadan bastı gitti. Sonra gitmiş birileriyle evlenmiş, aldatılmış, ayrılmış. Şimdi de bütün mutsuzluğunu hayatına giren biz erkeklere atıp rahatlamak istiyor."

“Ben,” dedi, “bu mektubu ne çok hayal ettim. Ne kadar uzun süre bekledim gelmesini. İçimdeki öfkeden ayrı tutmaya çalıştım onu. Hiçbir anlaşılır açıklama yapmadan çekip gittiğinde onun adına ben bahaneler buldum. Bir taraftan kızdım ona, kabul ediyorum, ama bir taraftan da sevmeye devam ettim. Ona tutundum. Şimdi…”
Sözlerine devam edemedi.

“Bana kızıyor şimdi,” dedi neden sonra. “Kaçmışım! Kaçıyor muşum! Ne yapacakmışım çiftlik başarısız olunca? İki güzel laf yazmış, beni özlediğini söylemiş, sonra da itin götüne sokmuş af edersin. Herkes bir sürü sorun yaşıyormuş, ama biz buraya kaçmışız.”

“Abi tamam,” diye araya girmeye çalıştı Bülent.

“Tamam, bence de tamam. Daha en az bin kere okuyacağım bu mektubu. Sinirlendiğimde bile yırtamayacağım. Ama bence de artık tamam. İçimdeki öfkeyi sadece onun yüzünden dışarı salmıyordum ben. Sanki elimde bütün dünyayı yakacak bir kudret, bir meşale var gibi hissediyorum bazen; ama o da diğerleriyle birlikte yanar diye yakmıyordum dünyayı. Komik, ama doğru. Böyle hissediyordum gerçekten. O yüzden diyorum ya, tamam. Bardağı taşıran damla bu mektup oldu. Bundan sonra tutmayacağım öfkemi."

“Peki, tutma. Neyi yakabiliyorsan yak anasını satayım.”

Uğur şaşkınlıkla bakıyordu Bülent’e.

“Dediklerini yarısı bile varsa o mektupta, benim geleneksel avutma görevimi imkânsız hale getiren şeyler yazmış demektir Burcu. Şimdi ben ne desem boş. Okuduğun andan itibaren sen zaten ona aklından cevaplar veriyorsundur, bıraksam on sayfa cevap yazarsın bir saatte. Sonra kafanda bir sürü daha can acıtıcı cümle bulup, on sayfa daha eklersin. Yine de içindeki acı soğumaz, öyle değil mi? Dünyayı nasıl yakacaksan yak bugünden başlayarak. Ya da onun için değmez diyorsan iki gün izin al, git, yüzüne tükür gel. Benim yapabileceğim bir şey varsa onu da söyle, ona da hazırım. Yeter yahu, hep bizim mi tepemize çökecek insanlar?"

Uğur neredeyse gülümseyerek baktı Bülent’e.

“Oh be, ıslak kedi yavrusu bakışlarından kurtuldun bir aydır ilk defa.” Mektubu katlayıp gömleğinin üst cebine koydu. “Hadi gidelim de bir çay içelim, sen de bana başlattığımız şeyden neden bu kadar çok korktuğunu, neyin işaretlerini gördüğünü anlat."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder