1 Nisan 2012 Pazar

6

***

Kapıyı açmamın üzerinden yaklaşık 4 saat geçti; tekrar yazmak için fırsat bulduğum için şanslı hissediyorum kendimi. Koridora çıkıp karşımda Uğur'u görünceye kadar öğlen yemeği yemediğimi aklıma getirmemiş, koridorda yürürken takvime bakıncaya kadar günlerden Pazar olduğunu hatırlayamamıştım. Bugün elbette postacı gelmezdi, savcılık yazısını bekleyecek en az bir günüm daha vardı. Uğur ise eğer hâlâ yemek yememişsem kazanın dibinde kalanları paylaşmak üzere beni aramaya çıkmıştı. İkimiz de yemeğimizi tek başımıza yemekten hoşlanmıyoruz. Her ne kadar gündelik işlere kapılıp arada bir yemeği unutsak da genelde birlikte yeriz yemeğimizi.

“Ne yazıyordun sen?” dedi Uğur doğrudan.

Ne yazdığımı paylaşabileceğim nadir arkadaşlarımdan biri de olsa henüz kafamda olgunlaştırmadığım bir şeyden bahsetmek istemediğim için anlatamadım; yalan söylemek için sustum.

“Yazıyordum bir şeyler, boş ver” dedim, “yazarak daha iyi düşünenlerdenim ben.”

“Yaa, evet biliyorum ben seni” diye lafını soktu hemen. Eskiden, binadaki tüm bilgisayarlar internete bağlıyken ve ben çiftlikte tam bir acemiyken iki aydan sonra ilk defa facebook'a girmiş ve yakalanmıştım. Cezası falan yoktu elbette, ne fırçalamış ne de ayıplamışlardı beni. Hatta bugün sadece Hakan abinin ofisinde internet olmasının sorumlusu bile ben değildim, bu olaydan aylar sonra benim gibi başka bir sosyal medya bağımlısı zırt pırt çiftlik hakkında tweet atmaya başlayınca bilgisayarların interneti kesilmişti (ki oncağız bile ceza almamıştı). Ama tüm bunlar bile Uğur'un benimle dalga geçmesine engel değildi. "İki elin de klavye üzerindeydi umarım!"

“Ya yürü git, sinirimi bozma benim” dedim hışımla, “zaten kafam bozuk!”

“Sen hala bayilik vermemize mi kızıyorsun?”

“Başlattığımız şeyi kontrol edemeyeceğiz ve…”

Uğur dayanamayıp sözümü kesti: “Aman biliyorum, yine başlama! Engelleyebilecek misin sanki? Neyi başlattığımızı ben de bilmiyorum" diye itiraf etti, "ama hiç de senin gibi karamsar değilim! Sen geometrik bir hızla artacağını sanıyorsun çiftlik sayısının, ama en fazla 1 sene içinde doğal sınırlarına dayanır çiftçilik meraklılarının sayısı. Bu devirde kaç kişi bir çiftlikte, internetsiz, televizyonsuz, radyosuz yaşamaya özenir sence? Hele buraya gelip şu ellerimdeki nasırları görse?!”

Bana doğru uzattığı avuç içleri gerçekten nasır içindeydi. Bir yandan yemekhaneye doğru yürürken bir yandan da laf yetiştirmeye devam ettim:

“Yahu iş sadece çiftçilik değil ki, adamlar ya endüstriyel bir komün kurarsa? Organize sanayi bölgesi gibi bir yer düşünebiliyor musun? Ya da bir hizmet merkezi kurduklarını, hastane gibi? Ya da her türden bir sürü ayrı komün, bazıları tarım yapıyor, bazıları hayvancılık, bazıları tekstil… ve ürettiklerini paylaşıyorlar mesela.”

“Güzel hayal, ama bu dediklerine sen inanıyor musun? Burada daha ne yemek yapılacağına karar verirken zorlanıyoruz 97 kişi…”

Yemekhaneye girdiğimizde haklı olduğunu kabul etmeden önce son kozumu oynamaya karar verdim:

“Bu kurallarla elbette zor, ama ya birileri konsensüs kelimesini salt çoğunlukla değiştirirse? Biz burada temsili demokrasiden kurtulmanın yollarını ararken ya çoğunluğun yeterince iyi olduğuna karar verirse…”

“Olmaz öyle şey” diye karşı çıktı Uğur, “ya da artık başka bir şey olur o!”

“Ama yine de biz başlatmış oluruz” dedim kendi kendime mırıldanır gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder