Aralardaki boşluklara, yanaklardaki seyrek alanlara ve çenedeki
asimetrilere rağmen sakal uzatan yaşıtlarımdan sıkılınca ve daha da önemlisi
kütüphanedeki memurlardan birinin güvenini kitapları ödünç alacak kadar
kazandığımda (yine de kimliğimi alıyordu) kantini keşfettim. Önceleri zamanın
ruhunu yakalayan arkadaşlarımla aynı kantinde oturup kitap okuyor olsam da
zaman içinde bazı arkadaşlar edinmeyi başardım - birisi kitap okuduğunda ne
okuduğunu merak edecek türde arkadaşlar elbette. Bildiğiniz üniversite
öğrencisi aktivitelerine katıldım, gündüzleri çay, geceleri bira içtim, okulu
uzattım ve sonunda mezun oldum. Ancak özellikle son yılda beni bir gelecek
korkusu sardığını itiraf etmeliyim, seçtiğim bölüm kesinlikle benim gibilere
göre değildi. Kendini öne sürmeye meraklı, kendi değerinden ve yeteneklerinden
emin, rekabet ortamından hoşlanan arkadaşlarımın aksine ben tek başıma kalmaya
meraklı, güvensiz biriydim. Yabancı dil bilgim zayıftı, el becerim ve sanatsal
yeteneklerim yoktu. Sadece okuduğum kitaplardan öğrendiklerimi kendi fikirlerim
gibi satmayı çok iyi beceriyor; insanların dertlerini dinleyip onlara yine
romanlardan aldığım dersleri aktarıyordum. İnsanları tanıdığımı düşünüyordum,
ama tanıdığım insanların %90'ı roman karakteriydi. Ben de yazmaya başladım!
Elbette yazdığım öykülerle para kazanmam mümkün değildi,
hatta uzun süre yayınlanmalarını bile sağlayamadım. Bu arada okulu uzatan birkaç
arkadaşın lisans tezlerini yazarak para kazanmaya başlamıştım, bir süre sonra
yüksek lisans tezlerine geçerek babamdan para istemeyecek hale geldim. Ancak hayatta
ne yapmak istediğime karar verebilmiş değildim; yazmayı sevsem de "yazmasam
çıldıracaktım" diyecek bir aşkla yazmıyordum. Bir işe girip para kazanmam
gerektiğini biliyordum ama hiçbir iş ilgimi çekmiyordu. Amacım yoktu, heyecanım
yoktu, sevgilim yoktu, bunalımda olduğum söylenemese de keyfim de yoktu...
Çok uzun bir bocalama sürecinin sonunda, iyice kendimi
sorgulamaya başlamışken çiftlik hakkında çıkan ilk ve tek dergi haberini okumuştum.
Metin aşağıdadır:
PAMUKOVA’DAKİ
GİZLİ HAZİNE
Pamukova’daki
ünlü kampa ilk giren gazeteci olan Melis Kuyucu, herkesin merak ettiği kampı
sizler için gezdi, kampın kurucusuna ve üyelerine tüm merak edilen soruları
sordu. Kampın kuruluşunun ardındaki ilginç hikâyeyi, kamp sakinlerinin amaçlarını
ve nasıl bir araya geldiklerini aşağıdaki sayfalarda bulacaksınız; hem de daha
önce hiçbir yerde görmediğiniz fotoğraflarla!
Her ne kadar İstanbul’da,
Ankara’da ve birçok başka büyük şehirde ağızdan ağıza yayılsa da Pamukova’nın
içinde durup “Nerede şu ünlü kamp?” diye sorduğumda kimsenin neden
bahsettiğimizi anlamaması, bu ilginç gezinin ne tür sürprizlere gebe olduğunun
ilk işaretlerini veriyordu. Gideceğimiz yerin Bozören yakınlarında olduğunu
söylediğimizde, yol sorduğumuz büfecinin yüzünde bir gülümseme belirdi; “Siz
çiftliği soruyorsunuz?!” dedi ve tabelaları takip edip Çardak köyüne gitmemizi,
köprüyü geçip sola dönmemizi söyledi. Gazeteci olduğumuzu öğrenince bu defa
şaşırma sırası ona gelmişti: “Ne var ki o çiftlikte?”
Sonbaharın belki de en güzel
yaşanacağı yerlerden biridir Pamukova. Kışını bilmiyorum ama sonbaharı ılık,
toprakları bereketli ve son mahsullerle dopdolu, ağaçları sarının ve turuncunun
bin bir tonuyla süslü, insanları güler yüzlü ve konuksever bir yöre.
Sakarya’nın kıyısındaki bu güzel ve bereketli ova bugünlerde farklı bir haberle
gündeme geldi. Geçen yıl Bilecikli ünlü sanayici Osman Meşeli’nin Pamukova’da,
Sakarya kıyısında satın aldığı 4 bin dönümlük dev arazi önceleri yerel basını
meşgul ederken bir vakıf kurup (Gelecek Vakfı) bu araziyi bu vakfa tahsis
etmesi, çevresini yüksek duvarlarla ve dikenli tellerle çevirmesi ulusal
basının da ilgisini çekmişti. Bu toprakların ne amaçla kullanılacağı konusunda
türlü spekülasyon kafaları iyice karıştırmış; bu çiftliğin bir tarikat
tarafından militan yetiştirmek amacıyla kullanılacağından tutun da, uzaylıların
inmesi için bir platform inşa edildiğine kadar, misyoner faaliyetlerin merkezi
olacağından tutun da Sakarya havzasını zehirlemek için Siyonist bir planın
parçası olduğuna kadar bir sürü senaryo ortaya atılmıştı. Bu çiftliği haber
yapmak üzere Osman Meşeli’ye ulaşmaya çalıştığımızda, daha da ilginç bir şey
öğrendik: şimdiye kadar hiçbir gazete veya televizyon kanalı kendisine açıkça
başvurmamış ve görüşmek istememişti. Bugüne kadarki bütün haberler ikincil
kaynaklardan, çevredeki köylülerden, çiftlik inşaatında çalışan işçilerden ve
“anonim” tüyolardan, isimsiz telefonlardan ve doğrulanmamış istihbaratlardan
edinilen bilgilerden ibaretti. Osman Meşeli, kendisinden randevu istediğimizde
çiftlikte kendisine geçici bir ofis kurduğunu ve sürekli orada olduğunu
söyleyerek bizi beklediğini söyledi. Biz de hemen aynı gün yola çıktık, 2,5
saat sonra Pamukova’da ve 3 saat sonra kampın kapısındaydık!
Bozören ve Çengel köyleri
arasında, Sakarya kıyısından başlayan ve Güneydeki tepelere kadar devam eden
dev arazi, söylentilerin aksine sadece hasır metal çitlerle ve üzerinde iki
sıra dikenli telle çevrilmiş ve arazinin tam ortasından geçerek bu iki köyü
birbirine bağlayan yoldan çiftlik rahatça izlenebiliyor. Ne gözetleme kuleleri
ne de kameralar var görünürde, sadece tarlalar ve ekinler görünüyor, bir de
seyrek biçimde dağıtılmış, sonradan içinde tarımla ilgili malzemeler olduğunu
öğreneceğimiz kulübeler. Yolun sağındaki “Gelecek Vakfı Çiftliğine Hoş
Geldiniz!” tabelasını görüp oradaki güvenlik kulübesine yanaştık; beli silahlı,
siyah giyimli, güneş gözlüklü bir güvenlik görevlisi beklerken yanında Akbaş
cinsi köpeğiyle kulübenin girişinde oturan bir köylüyle karşılaştık. Çengel
köyünde oturan ve burada çalışan Musa Dayı (Soyadını vermemekte ısrar etti,
“Musa Dayı yazarsanız herkes tanır” dedi) Osman Bey’in bizi beklediğini
söyledi. Dönüşte çay içip biraz laflamak için bizi davet etmiş olsa da 2 gün
sonra dönerken onun vardiyasına denk gelemedik, ama bu satırları okuyorsan bil
ki çayını içmeye mutlaka geleceğiz Musa Dayı!
Dümdüz bir yoldan çiftliğin
dağlık bölgesine doğru ilerlediğimizde bir süre sonra tarlalar yerlerini önce
traktörlerin ve diğer tarım araçlarının ve otomobillerin, pikapların bulunduğu
açık ve kapalı garajlara, sonra da geçen yıl inşa edilmiş evlerden oluşan ufak
bir köye bıraktı. Köyün ortasındaki meydanda son model, lüks cipinin önünde
duran Osman Bey’i gördüğümüzde aklımızda yüzlerce soru uçuşuyordu. Kendi
aracımızdan indiğimizde ses kayıt cihazını açmıştım bile. Ofisine geçene kadar
sıcak gülümsemesi ve nezaketi ile önyargılarımızı sarsmayı başaran Osman
Meşeli, mütevazı odasındaki koltuğuna oturur oturmaz sorularımızı yanıtlamaya
başladı.
Osman
Meşeli kimdir?
1966
Bilecik doğumlu Osman Meşeli, ilköğretimini Bilecik il merkezinde tanımladıktan
sonra yine il merkezindeki Anadolu Lisesinde okudu. Çiftçi bir aileden gelseler
de babası Ertuğrul Meşeli kendi köyünün ilk üniversite mezunlarında biriydi ve
şehir merkezinde avukatlık yapıyordu, annesi Merve Meşeli ise ev hanımıydı.
Kendisinden 2 yaş büyük ablası gibi İstanbul Üniversitesi'ni kazanınca ailece
bu şehre taşındılar. İktisat Fakültesinde okurken yarı-zamanlı çalışmaya
başlayan Osman Meşeli birçok yaşıtının aksine Bilecik’teki toprakları satmak ve
İstanbul’a yerleşmek yerine memleketine dönmek için fırsat kolladı; çalışıp
kazandığı paralarla o dönemde yeni duyulmaya başlanan organik tarım için
kullanabileceği araziler satın aldı. Bugün Ortadoğu ve Balkanlar’ın en büyük
organik tarım kolektifi haline getirdiği KAYA A.Ş.’nin temellerini Bilecik’te
attı. Bölgedeki üreticileri bilinçlendirme, kooperatifler kurma, satış ve
dağıtım ağları kurma faaliyetleri sayesinde sadece kendi ürünlerini değil
Sakarya ve Bilecik’teki organik tarım ürünlerini İstanbul, Ankara ve İzmir’de
özel noktalarda ve pazarlarda sattı. Oluşturduğu organizasyonu 2003 yılından
itibaren internetin sunduğu olanaklarla bir çığ gibi büyüterek bugün kendisini
efsane haline getiren servetini kazandı. Zaman içinde tekstil, madencilik ve
bilişim sektörlerinde de önemli yatırımlar yaptı. 1999 yılında Hatice Meşeli
ile evlendi; bugün iki çocuk babası – Orhan (7) ve Sinem (3).
Beklemek tefrika'nın ruhunu öldürüyor
YanıtlaSilFazla bekletme ki tefrika olmasının anlamı olsun