6 Nisan 2012 Cuma

10-11


Aralardaki boşluklara, yanaklardaki seyrek alanlara ve çenedeki asimetrilere rağmen sakal uzatan yaşıtlarımdan sıkılınca ve daha da önemlisi kütüphanedeki memurlardan birinin güvenini kitapları ödünç alacak kadar kazandığımda (yine de kimliğimi alıyordu) kantini keşfettim. Önceleri zamanın ruhunu yakalayan arkadaşlarımla aynı kantinde oturup kitap okuyor olsam da zaman içinde bazı arkadaşlar edinmeyi başardım - birisi kitap okuduğunda ne okuduğunu merak edecek türde arkadaşlar elbette. Bildiğiniz üniversite öğrencisi aktivitelerine katıldım, gündüzleri çay, geceleri bira içtim, okulu uzattım ve sonunda mezun oldum. Ancak özellikle son yılda beni bir gelecek korkusu sardığını itiraf etmeliyim, seçtiğim bölüm kesinlikle benim gibilere göre değildi. Kendini öne sürmeye meraklı, kendi değerinden ve yeteneklerinden emin, rekabet ortamından hoşlanan arkadaşlarımın aksine ben tek başıma kalmaya meraklı, güvensiz biriydim. Yabancı dil bilgim zayıftı, el becerim ve sanatsal yeteneklerim yoktu. Sadece okuduğum kitaplardan öğrendiklerimi kendi fikirlerim gibi satmayı çok iyi beceriyor; insanların dertlerini dinleyip onlara yine romanlardan aldığım dersleri aktarıyordum. İnsanları tanıdığımı düşünüyordum, ama tanıdığım insanların %90'ı roman karakteriydi. Ben de yazmaya başladım!

Elbette yazdığım öykülerle para kazanmam mümkün değildi, hatta uzun süre yayınlanmalarını bile sağlayamadım. Bu arada okulu uzatan birkaç arkadaşın lisans tezlerini yazarak para kazanmaya başlamıştım, bir süre sonra yüksek lisans tezlerine geçerek babamdan para istemeyecek hale geldim. Ancak hayatta ne yapmak istediğime karar verebilmiş değildim; yazmayı sevsem de "yazmasam çıldıracaktım" diyecek bir aşkla yazmıyordum. Bir işe girip para kazanmam gerektiğini biliyordum ama hiçbir iş ilgimi çekmiyordu. Amacım yoktu, heyecanım yoktu, sevgilim yoktu, bunalımda olduğum söylenemese de keyfim de yoktu...

Çok uzun bir bocalama sürecinin sonunda, iyice kendimi sorgulamaya başlamışken çiftlik hakkında çıkan ilk ve tek dergi haberini okumuştum. Metin aşağıdadır:

PAMUKOVA’DAKİ GİZLİ HAZİNE
Pamukova’daki ünlü kampa ilk giren gazeteci olan Melis Kuyucu, herkesin merak ettiği kampı sizler için gezdi, kampın kurucusuna ve üyelerine tüm merak edilen soruları sordu. Kampın kuruluşunun ardındaki ilginç hikâyeyi, kamp sakinlerinin amaçlarını ve nasıl bir araya geldiklerini aşağıdaki sayfalarda bulacaksınız; hem de daha önce hiçbir yerde görmediğiniz fotoğraflarla!   

Her ne kadar İstanbul’da, Ankara’da ve birçok başka büyük şehirde ağızdan ağıza yayılsa da Pamukova’nın içinde durup “Nerede şu ünlü kamp?” diye sorduğumda kimsenin neden bahsettiğimizi anlamaması, bu ilginç gezinin ne tür sürprizlere gebe olduğunun ilk işaretlerini veriyordu. Gideceğimiz yerin Bozören yakınlarında olduğunu söylediğimizde, yol sorduğumuz büfecinin yüzünde bir gülümseme belirdi; “Siz çiftliği soruyorsunuz?!” dedi ve tabelaları takip edip Çardak köyüne gitmemizi, köprüyü geçip sola dönmemizi söyledi. Gazeteci olduğumuzu öğrenince bu defa şaşırma sırası ona gelmişti: “Ne var ki o çiftlikte?”

Sonbaharın belki de en güzel yaşanacağı yerlerden biridir Pamukova. Kışını bilmiyorum ama sonbaharı ılık, toprakları bereketli ve son mahsullerle dopdolu, ağaçları sarının ve turuncunun bin bir tonuyla süslü, insanları güler yüzlü ve konuksever bir yöre. Sakarya’nın kıyısındaki bu güzel ve bereketli ova bugünlerde farklı bir haberle gündeme geldi. Geçen yıl Bilecikli ünlü sanayici Osman Meşeli’nin Pamukova’da, Sakarya kıyısında satın aldığı 4 bin dönümlük dev arazi önceleri yerel basını meşgul ederken bir vakıf kurup (Gelecek Vakfı) bu araziyi bu vakfa tahsis etmesi, çevresini yüksek duvarlarla ve dikenli tellerle çevirmesi ulusal basının da ilgisini çekmişti. Bu toprakların ne amaçla kullanılacağı konusunda türlü spekülasyon kafaları iyice karıştırmış; bu çiftliğin bir tarikat tarafından militan yetiştirmek amacıyla kullanılacağından tutun da, uzaylıların inmesi için bir platform inşa edildiğine kadar, misyoner faaliyetlerin merkezi olacağından tutun da Sakarya havzasını zehirlemek için Siyonist bir planın parçası olduğuna kadar bir sürü senaryo ortaya atılmıştı. Bu çiftliği haber yapmak üzere Osman Meşeli’ye ulaşmaya çalıştığımızda, daha da ilginç bir şey öğrendik: şimdiye kadar hiçbir gazete veya televizyon kanalı kendisine açıkça başvurmamış ve görüşmek istememişti. Bugüne kadarki bütün haberler ikincil kaynaklardan, çevredeki köylülerden, çiftlik inşaatında çalışan işçilerden ve “anonim” tüyolardan, isimsiz telefonlardan ve doğrulanmamış istihbaratlardan edinilen bilgilerden ibaretti. Osman Meşeli, kendisinden randevu istediğimizde çiftlikte kendisine geçici bir ofis kurduğunu ve sürekli orada olduğunu söyleyerek bizi beklediğini söyledi. Biz de hemen aynı gün yola çıktık, 2,5 saat sonra Pamukova’da ve 3 saat sonra kampın kapısındaydık!

Bozören ve Çengel köyleri arasında, Sakarya kıyısından başlayan ve Güneydeki tepelere kadar devam eden dev arazi, söylentilerin aksine sadece hasır metal çitlerle ve üzerinde iki sıra dikenli telle çevrilmiş ve arazinin tam ortasından geçerek bu iki köyü birbirine bağlayan yoldan çiftlik rahatça izlenebiliyor. Ne gözetleme kuleleri ne de kameralar var görünürde, sadece tarlalar ve ekinler görünüyor, bir de seyrek biçimde dağıtılmış, sonradan içinde tarımla ilgili malzemeler olduğunu öğreneceğimiz kulübeler. Yolun sağındaki “Gelecek Vakfı Çiftliğine Hoş Geldiniz!” tabelasını görüp oradaki güvenlik kulübesine yanaştık; beli silahlı, siyah giyimli, güneş gözlüklü bir güvenlik görevlisi beklerken yanında Akbaş cinsi köpeğiyle kulübenin girişinde oturan bir köylüyle karşılaştık. Çengel köyünde oturan ve burada çalışan Musa Dayı (Soyadını vermemekte ısrar etti, “Musa Dayı yazarsanız herkes tanır” dedi) Osman Bey’in bizi beklediğini söyledi. Dönüşte çay içip biraz laflamak için bizi davet etmiş olsa da 2 gün sonra dönerken onun vardiyasına denk gelemedik, ama bu satırları okuyorsan bil ki çayını içmeye mutlaka geleceğiz Musa Dayı!

Dümdüz bir yoldan çiftliğin dağlık bölgesine doğru ilerlediğimizde bir süre sonra tarlalar yerlerini önce traktörlerin ve diğer tarım araçlarının ve otomobillerin, pikapların bulunduğu açık ve kapalı garajlara, sonra da geçen yıl inşa edilmiş evlerden oluşan ufak bir köye bıraktı. Köyün ortasındaki meydanda son model, lüks cipinin önünde duran Osman Bey’i gördüğümüzde aklımızda yüzlerce soru uçuşuyordu. Kendi aracımızdan indiğimizde ses kayıt cihazını açmıştım bile. Ofisine geçene kadar sıcak gülümsemesi ve nezaketi ile önyargılarımızı sarsmayı başaran Osman Meşeli, mütevazı odasındaki koltuğuna oturur oturmaz sorularımızı yanıtlamaya başladı.

Osman Meşeli kimdir?

1966 Bilecik doğumlu Osman Meşeli, ilköğretimini Bilecik il merkezinde tanımladıktan sonra yine il merkezindeki Anadolu Lisesinde okudu. Çiftçi bir aileden gelseler de babası Ertuğrul Meşeli kendi köyünün ilk üniversite mezunlarında biriydi ve şehir merkezinde avukatlık yapıyordu, annesi Merve Meşeli ise ev hanımıydı. Kendisinden 2 yaş büyük ablası gibi İstanbul Üniversitesi'ni kazanınca ailece bu şehre taşındılar. İktisat Fakültesinde okurken yarı-zamanlı çalışmaya başlayan Osman Meşeli birçok yaşıtının aksine Bilecik’teki toprakları satmak ve İstanbul’a yerleşmek yerine memleketine dönmek için fırsat kolladı; çalışıp kazandığı paralarla o dönemde yeni duyulmaya başlanan organik tarım için kullanabileceği araziler satın aldı. Bugün Ortadoğu ve Balkanlar’ın en büyük organik tarım kolektifi haline getirdiği KAYA A.Ş.’nin temellerini Bilecik’te attı. Bölgedeki üreticileri bilinçlendirme, kooperatifler kurma, satış ve dağıtım ağları kurma faaliyetleri sayesinde sadece kendi ürünlerini değil Sakarya ve Bilecik’teki organik tarım ürünlerini İstanbul, Ankara ve İzmir’de özel noktalarda ve pazarlarda sattı. Oluşturduğu organizasyonu 2003 yılından itibaren internetin sunduğu olanaklarla bir çığ gibi büyüterek bugün kendisini efsane haline getiren servetini kazandı. Zaman içinde tekstil, madencilik ve bilişim sektörlerinde de önemli yatırımlar yaptı. 1999 yılında Hatice Meşeli ile evlendi; bugün iki çocuk babası – Orhan (7) ve Sinem (3).

1 yorum:

  1. Beklemek tefrika'nın ruhunu öldürüyor
    Fazla bekletme ki tefrika olmasının anlamı olsun

    YanıtlaSil