28 Nisan 2012 Cumartesi

24


İçimdeki intikam hissinden buradaki kimseye bahsetmedim dersem yalan olur, mülakatlarda Hakan Abi hemen çözmüştü benim olayımı. Fakat bundan zerre kadar rahatsız olmadılar "Bazıları" dediler, "kendine kızıyor ve geliyor buraya, bazıları ise dünyaya kızıyor. Bizce arada bir fark yok, içinde öfke olmasaydı daha endişe verici olurdu”. Bir miktar yalnızlığa ve bol miktarda enerji tüketmeye ihtiyacım olduğunu düşünüp beni aletlerin bakım ve onarımı dışında bir de odun kesme işine verdiler ilk haftadan sonra; bunun nedeni tüm orakları hiç olmadıkları kadar keskin, tüm tırmık dişlerinin paralel ve tüm çapaların ilk günkü kadar parlak hale gelmesi de olabilir elbette. Ancak onların beklediği gibi olmadı, keskin bir balta ile yaşlı ağaçlara saldırmak içimdeki öfkeyi kurutmadı, sandıkları gibi yalnız kalınca kendi iç sesimi dinleyip saçmaladığıma da kani olmadım. Ellerim nasır tuttu, pazılarım kalınlaştı ve sırtımda uzun süre geçmeyen ağrılar başladı; velakin ruhumdaki ateşi sadece intikamla beslemediğimi fark ettim. Akşamları sekizlerin kulübesinde, kışın içeride, yazın kapının önünde yaktığımız ateşin odununu getirmiş olmak bana iyi gelmişti. Bir işe yaramak hissini sevmiş, ama bu sevginin beni yumuşatacağından korkmuştum.

Bu korku içime çöreklendiğinde biraz açılmış olan dilim yeniden kapanmıştı. Yeniden öfkeli biri olmaya çalışmak beyhude idi; burada öfkelenebileceğim kimseyi bulamıyordum. Beni buraya gelmek zorunda bırakan gerçek dünyaya olan öfkem ise yavanlaşıyordu. Evet, diyordu içimdeki huzurlu ses, seni oyuna almadılar, o doğru. Ama sen de kendi oyununu kurdun işte. İlk defa bir oyunun göbeğindesin, diğerleriyle eşit bir oyuncusun. Kenarda mızmızlanmak ve öfkeyle toplarını alıp kaçmayı hayal etmek zorunda değilsin. O öfkeyi özleme, yeni oyuna bırak kendini!

Bu ikilem konusunda da Hakan Abi imdadıma yetişti; içimdeki öfkeyi ve intikam planlarımı titizlikle korumam gerektiğini söyledi. “O öfkeden kurtulmaya çalışma" dedi, "çünkü yıllardır seni hayatta tutan şey o. Öfkende sonuna kadar haklısın bence. O öfke seni diğerlerinden ayıran, bir nevi devrimci yapan niteliğin. Hiç de sandığın gibi bir Yunus yaratmaya çalışmadık seni odun toplamaya gönderirken; içindeki ateşi sevgiye döndürmeyi falan düşünmedik. Sen bizim öfkeli devrimcimiz olmalısın, neleri yıkmamız gerektiğini bize göstermeli, kabul etmediğimizde ısrarla düşünceni savunup bizi ikna etmelisin. Asla yumuşamamalısın, biz gevşeyip uzlaşmak istediğimizde bizi dürtmelisin. Sen bizim tepemizde asılı kılıç olmalısın, aramızdaki Troçki olmalısın bir anlamda. Ama Troçki bile yemek yer, arkadaşları ile votka içip gülüşürdü emin ol. Senin de yemek yemeğe, arada gülmeye ihtiyacın var. Daha önce hayatında olmayan böylesi normal şeyleri şimdi hayatına sokmak sana zor geliyor, kendi davana ihanet gibi geliyor. Yaşamın gereklerini yerine getirmek davaya ihanet değildir, bir devrimci yaşamıyorsa, yaşamayacaksa devrimin ne anlamı kalır? Yeri gelecek gülüp eğlenecek, yeri gelecek âşık olacaksın, ama davandan dönmeyeceksin. İşte o kadar.”

Tamam, düşününce tamamen haklı bulmuş olabilirim Hakan Abiyi, ama o anda öğüt alacak halde değildim. Kendime kızgındım, yüzümdeki gülümsemeye kızgındım, tüm bu mantık yürütmeleri kendi başıma bulamadığım için kızgındım. Neyse ki ters bir şey söylemeden "Bunları düşüneceğim" diyerek uzaklaştım onun yanından. Aynı akşam da ateşin karşısında muhabbet ederken ilk sorumu sordum:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder