Osman
Bey çiftliği gezmeye 2007 yılında kurulan ilk binadan başlamamızı önerdiğinde
kapının önünde kendi cipinin yanında bir başka cip daha hazırlanmıştı. Bulunduğumuz
yerleşkeye gelirken gördüğümüz uçsuz bucaksız toprakların nasıl işleneceğini sorduğumda
Osman Bey'in o içten gülüşünü ilk defa görme fırsatını da bulmuş olduk.
Arazinin şimdilik ancak %10 kadarının çiftlik ahalisi tarafından
işlenebildiğini, kalan kısımları işlemek için biraz "pratik"
yapmaları gerektiğini söyledi – Osman Bey’in sağlayabileceği bilgileri,
deneyimi, personeli istemiyorlardı. Aslında ondan hiçbir şey istemiyorlardı,
araziyi ve binaları teslim aldıktan sonra tamamen kendi imkânlarıyla devam
etmekte ısrar etmişlerdi. Tıbbi yardım hariç ne yardım, ne para ne de işgücüne bağımlı
olmak istiyorlardı. Traktörler için gereken yakıtı bile barter ile, kendi
ürünleriyle değiş-tokuş ederek alıyorlardı.
Osman
Bey kendi deyimiyle "ahali"yle görüşmemizde bir sıkıntı olmadığını,
ama hepsinin görüşmek istemeyebileceğini söyleyerek bu gizemi iyice
pekiştirmişti. En radikal ve marjinal grupların bile ötesine geçip parayı bile
hayatından çıkaran bir grup insanla mı karşı karşıyaydık?
Yerleşkede
konuşabileceğimiz kimse olup olmadığını sorduğumuzda mutfakta birilerinin
bulunabileceğini öğrendik. Telefonla arasak dediğimizde tam da tahmin ettiğim
cevabı aldım, ahaliden kimse cep telefonu kullanmıyordu ama acil durumlar için
evde sabit telefon ve tüm araçlarda sabit telsizler vardı.
Birçoklarının
sandığının aksine ahşap ve ilkel evler yerine modern görünümlü bir köyle karşı
karşıyaydık. Dağınık görünen binaların içinden geçerken aslında buranın çok iyi
planlanmış bir köy olduğunu söyleyen Osman Bey, toplam 12 konaklama binasının
birbirinden en az 100 metre uzak olduğunu, bunun da bir binada tartışmalar
sürerken diğer binalarda rahatça uyunmasını sağlamak amacıyla yapıldığını
söylemişti. Doğal yapıyı çok fazla bozmak istemediklerinden hiç hafriyat
yapılmamış, her biri 10 kişinin bağımsız olarak yaşayabileceği, mutfağı ve
banyosu olan her bir bina merkezdeki binalara uzak olmayacak biçimde ve zeminin
uygun olduğu yerlere inşa edilmişti. Her binada elektrik bağlantısı, sıcak ve
soğuk su tesisatı ve merkezi ısıtma vardı; ısı kaybını en aza indirmek için
binalar dıştan izole edilmiş ve bölgede sıkça rastlanan açık renkli granitle
kaplanmıştı. Her binada ikişer kişilik odaların dışında iki tuvalet, 4 banyo ve
bir mutfak vardı. Mutfağa bağlı olan yemek odaları aynı zamanda toplantılar
için de uygun olarak tasarlanmıştı; her yemek odasında bulunan birer şömine binalardaki
tek lüks olarak adlandırılabilirdi Osman Bey’e göre.
Tüm bu binaların
merkezindeki kompleks büyük bir yemekhaneden ve mutfaktan (genelde burası
kullanılıyormuş artık, toplu yemek ve bulaşık daha az işgücü gerektiriyormuş)
oluşan sosyal bina, resmi işler için ayrılan ofislerin bulunduğu bina ve kütüphaneden
oluşuyordu. Ayrıca iş makineleri için büyük bir bakım atölyesi ve kapalı bir
garaj da vardı. Hepsi aynı büyük binanın dört ayrı cephesine bakıyordu.
Diğer
yandan, ciplerle gittiğimiz ve yerleşkeden neredeyse 1 km uzaktaki bina tam
hayal ettiğimiz gibiydi. Amerikan filmlerinden tanıdığımız bungalov tipi bina
bu çiftliğin nüvesini oluşturmuştu. Uzun, tek parça kütüklerden oluşan duvarlar
kenarlarda birbirinin içinden geçiyor, küçük pencereleri ve önündeki geniş
verandasıyla bir kovboy filminden çıkmış gibi görünüyordu. Osman Bey arazinin
bir kısmı alındığında önce bu binanın yapıldığını anlattı, 8 kişilik ilk grup
önce bu binada kalmış, binanın yanındaki 2 dönümlük tarlayı ekip biçmiş, su
ihtiyaçlarını az ilerideki ağaçların altından akan incecik dereden karşılamışlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder