15 Nisan 2012 Pazar

13


Osman Bey çiftliği gezmeye 2007 yılında kurulan ilk binadan başlamamızı önerdiğinde kapının önünde kendi cipinin yanında bir başka cip daha hazırlanmıştı. Bulunduğumuz yerleşkeye gelirken gördüğümüz uçsuz bucaksız toprakların nasıl işleneceğini sorduğumda Osman Bey'in o içten gülüşünü ilk defa görme fırsatını da bulmuş olduk. Arazinin şimdilik ancak %10 kadarının çiftlik ahalisi tarafından işlenebildiğini, kalan kısımları işlemek için biraz "pratik" yapmaları gerektiğini söyledi – Osman Bey’in sağlayabileceği bilgileri, deneyimi, personeli istemiyorlardı. Aslında ondan hiçbir şey istemiyorlardı, araziyi ve binaları teslim aldıktan sonra tamamen kendi imkânlarıyla devam etmekte ısrar etmişlerdi. Tıbbi yardım hariç ne yardım, ne para ne de işgücüne bağımlı olmak istiyorlardı. Traktörler için gereken yakıtı bile barter ile, kendi ürünleriyle değiş-tokuş ederek alıyorlardı.

Osman Bey kendi deyimiyle "ahali"yle görüşmemizde bir sıkıntı olmadığını, ama hepsinin görüşmek istemeyebileceğini söyleyerek bu gizemi iyice pekiştirmişti. En radikal ve marjinal grupların bile ötesine geçip parayı bile hayatından çıkaran bir grup insanla mı karşı karşıyaydık?

Yerleşkede konuşabileceğimiz kimse olup olmadığını sorduğumuzda mutfakta birilerinin bulunabileceğini öğrendik. Telefonla arasak dediğimizde tam da tahmin ettiğim cevabı aldım, ahaliden kimse cep telefonu kullanmıyordu ama acil durumlar için evde sabit telefon ve tüm araçlarda sabit telsizler vardı.

Birçoklarının sandığının aksine ahşap ve ilkel evler yerine modern görünümlü bir köyle karşı karşıyaydık. Dağınık görünen binaların içinden geçerken aslında buranın çok iyi planlanmış bir köy olduğunu söyleyen Osman Bey, toplam 12 konaklama binasının birbirinden en az 100 metre uzak olduğunu, bunun da bir binada tartışmalar sürerken diğer binalarda rahatça uyunmasını sağlamak amacıyla yapıldığını söylemişti. Doğal yapıyı çok fazla bozmak istemediklerinden hiç hafriyat yapılmamış, her biri 10 kişinin bağımsız olarak yaşayabileceği, mutfağı ve banyosu olan her bir bina merkezdeki binalara uzak olmayacak biçimde ve zeminin uygun olduğu yerlere inşa edilmişti. Her binada elektrik bağlantısı, sıcak ve soğuk su tesisatı ve merkezi ısıtma vardı; ısı kaybını en aza indirmek için binalar dıştan izole edilmiş ve bölgede sıkça rastlanan açık renkli granitle kaplanmıştı. Her binada ikişer kişilik odaların dışında iki tuvalet, 4 banyo ve bir mutfak vardı. Mutfağa bağlı olan yemek odaları aynı zamanda toplantılar için de uygun olarak tasarlanmıştı; her yemek odasında bulunan birer şömine binalardaki tek lüks olarak adlandırılabilirdi Osman Bey’e göre.

Tüm bu binaların merkezindeki kompleks büyük bir yemekhaneden ve mutfaktan (genelde burası kullanılıyormuş artık, toplu yemek ve bulaşık daha az işgücü gerektiriyormuş) oluşan sosyal bina, resmi işler için ayrılan ofislerin bulunduğu bina ve kütüphaneden oluşuyordu. Ayrıca iş makineleri için büyük bir bakım atölyesi ve kapalı bir garaj da vardı. Hepsi aynı büyük binanın dört ayrı cephesine bakıyordu.

Diğer yandan, ciplerle gittiğimiz ve yerleşkeden neredeyse 1 km uzaktaki bina tam hayal ettiğimiz gibiydi. Amerikan filmlerinden tanıdığımız bungalov tipi bina bu çiftliğin nüvesini oluşturmuştu. Uzun, tek parça kütüklerden oluşan duvarlar kenarlarda birbirinin içinden geçiyor, küçük pencereleri ve önündeki geniş verandasıyla bir kovboy filminden çıkmış gibi görünüyordu. Osman Bey arazinin bir kısmı alındığında önce bu binanın yapıldığını anlattı, 8 kişilik ilk grup önce bu binada kalmış, binanın yanındaki 2 dönümlük tarlayı ekip biçmiş, su ihtiyaçlarını az ilerideki ağaçların altından akan incecik dereden karşılamışlardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder