19 Nisan 2012 Perşembe

17


H.O.: O ziyaretten bir hafta sonra bir e-posta gönderdi bana. Fasılalı bir görüşme başladı aramızda, zamanla da gitgide sıklaştı. Sevda da burada şimdi, sırf onun için felsefi danışman pozisyonu uydurdum, iş görüşmesine çağırdım. Burayı görünce bir süreliğine çiftlikte bizimle kalmak istedi. O günden beridir burada, üstelik nişanlandık geçen ay! Yani evet, sevdi sanırım!

S: Madem aşk problemini çözdünüz, burada ne işiniz var o zaman? (Yine gülüşmeler)

H.O.: Tek problemim o değildi ki, o bardağı taşıran son damlaydı. Kendimi bu dünyada nereye oturtacağımı bilemiyordum, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Tutkuyla yapmak istediğim hiçbir şey yoktu açıkçası, evde oturuyor ve o günü atlatmaya çalışıyordum. Akşam olunca bir rahatlıyordum, o günü de yedik diye. Ertesi sabah yeniden endişe, kaygılar, sıkıntı. Bu rutini kırmak için ne gücüm ne de bir motivasyonum vardı. Terapi bana bu konuda çok fazla şey kazandıramadı, ama terapi arkadaşlarım sayesinde en azından yalnız olmadığımı anladım. Okuduğum bir sürü kitap, aldığım iki lisans eğitimi sorularıma cevap vermemişti, aksine soruları artırmıştı. Sonunda doğru soruyu sormadığımı anladım.

S: Heyecanlandım şimdi, birden sihirli bir cümle söyleyecekmişsiniz gibi geldi bana. Neymiş o soru?

H.O.: Bilmiyorum ki. Biz burada o soruyu arıyoruz işte. Hepimiz için aynı soru olup olmadığını dahi bilmiyoruz. Aziz Petrus için “Quo vadis?” idi doğru soru, “Nereye gidiyorsun?”, diğerlerinin soruları daha farklıydı. Ama kendi sorumuzu soracak kadar düşünmek çok zordu. Nasıl düşünüleceğini bilmiyorduk!

S: Bunu biraz açıklar mısınız?

H.O.: Elbette, elimden geldiğince anlatayım. Bence bize felsefi düşünme öğretilmiyor, diğer ülkeleri çok net bilmiyorum ama Türkiye'de böyle bu. Muhtemelen artık tüm dünyada böyle. Derler ki Konfiçyüs önüne gelen her meseleyle ilgili olarak “Bunun hakkında ne düşünmeliyim?” demeyenleri öğrenciliğe kabul etmezmiş. Şimdi olsa okula alacak bir tane bile öğrenci bulamazdı, buna bu çiftliktekiler de dâhil. Biz sadece pratik düşünmeyi biliyoruz: "Bunun bana ne faydası olur, ne zararı olur?" diye düşünmeyi öğreniyoruz ve bunu iyi yapanları başarılı kabul ediyoruz. Bugünlerde kendi düşündüğü teorik bir cümleyi söyleyen insan sayısı o kadar az ki. Nerede kaldı felsefeyle uğraşmak! Kısacası bizim, yani sekizlerin, üzerinde düşünmek istediğimiz sorunlarımız vardı ve dış dünyadaki pratik düşünceler arasında buna zaman bulup odaklanamıyoruz. Biz de bir gün keşke sadece düşünmekle uğraşacağımız bir yerimiz olsa dedik, pratik düşüncelerden mümkün olduğunca uzaklaşsak, medyanın, iş hayatının, sosyal ortamın etkilerinden kendimizi soyutlayıp teorik düşünmeyi kendi kendimize öğrenebilsek dedik.

S: Bu bir bakıma Amerika’yı yeniden keşfetmek gibi değil mi? Neden bu konuda yardım almadınız? Ya da aldınız mı?

H.O.: Kimsenin düşünmeyi bilmediği bir ortamda bize düşünmeyi öğretecek birini bulabilmek için çalışmadık mı sanıyorsunuz? Bulduğumuz tüm hocalar, eğitmenler, gurular, koçlar kendi düşüncelerini, daha doğrusu öğrendikleri düşünceleri bize empoze etmeye çalışıyordu bir şekilde. Onları suçlamıyorum, hepimiz öyleyiz. Bu yüzden kendi kendimize bunu başarmaya çalıştık. Ünlü filozofları okumayı bile kestik bir noktadan sonra; ama hiçbirimiz kitaplarımıza kıyamadığımız için onları buraya getirdik ve bir kütüphane yaptık. Tüm köydeki en mahzun yer orası, çünkü mümkün olduğunca uğramıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder