S: Ben daha çok burada günlerinizin
nasıl geçtiğini merak ediyorum. Yani felsefeyle meşgul olmak isteyen bu kadar
insan ne yapar bütün gün?
H.O.: İlkokuldaki sosyal bilgiler kitabında
ne anlatılıyorsa onları… Köy yaşantısı bizimkisi, televizyonsuz, radyosuz köy
yaşantısı. Sabah erken kalkıp kahvaltı ediyoruz, tarla sürüyoruz bu aralar ama
bazen sulamayla uğraşıyoruz, bazen mahsulü topluyoruz, öyle yani. Geçenlerde
ilk ahırımızı yapmaya karar verdik; bu sene mahsul iyi olursa elimizdeki
buğdaya karşılık üç dört inek ile bir boğa almayı düşünüyoruz. Elbette şimdiden
ahırın yerini tespit etmeye çalışıyoruz. Dört beş kişi ormanlık alanda
seyreltme yapıyor, yani oduncumuz bile var. Köyde kalan iki üç kişi de yemekle
ve diğer işlerle ilgileniyor. Sonbaharda tarhana, salça yapıyoruz, mevsimlere
göre reçelimizi yapıyoruz. Kışın bakım, onarım, tamir işlerini hallediyoruz. Öğleyin
bir ağaç gölgesine oturup azığımızı yiyoruz. Güneş batana kadar tarladayız. Sizin
esas merak ettiğiniz şeyleri de akşamları yapıyoruz; akşam yemeğinden sonra
toplanıyoruz.
S: Evet, o toplantıları merak
ediyorum ben.
H.O.: Genelde tam kadro burada
olmuyoruz, ahalinin neredeyse yarısı odasında bir şeyler yazıyor veya düşünüyor
akşamları. Kalanlar burada toplanıp küçük gruplar halinde dün tartıştıkları
şeyi tartışmaya devam ediyor. Hep beraber tartıştığımız konular olmuyor değil,
ama takdir edersiniz ki yüz kafadan yüz ses çıkınca faydalı olmuyor pek. Bazen
bir şeyler söylemek derdinde olanlar çıkıp 15 dakikayla sınırlı olmak şartıyla
derdini döküyor; mesela dün bir arkadaşımız coşup insanın kendisini sevdirmek
için çabalamasının en büyük ahlaki kötülük olduğunu söyledi. 15 dakikayı
doldurmadan ağlayarak indi kürsüden. Bir de unutmadan söyleyeyim, Perşembe
akşamları toplanıp idari konuları tartışıyoruz ve karara bağlıyoruz.
S: Bir ütopya anlatıyorsunuz bana,
özür dilerim ama hiç inanasım gelmiyor. Kendi ürettiğini tüketen, dışarıyla
bağını koparmış, mükemmel çalışan bir sistem. Bir arada yaşayan 100 tane
filozof!
H.O.: Elbette öyle değil burası. Biz
de saçma sapan şeylere takılıp tartışıyoruz, biz de birbirimizi kırıyoruz, biz
de bir sürü kaprisle uğraşıyoruz. Üstelik dışarıdan bağımsız da değiliz, o gördüğünüz
traktörlerin mazotu için, elektrik için, tohum için, yedek parça için dışarıya
bağlıyız. Ama şunu başardık, bizim burada karşı karşıya olduğumuz yabancılaşma
etkisi daha az. Ürettiğimiz ürüne yabancılaşmıyoruz, yaşadığımız hayatın her
anını kendimize açıklayabiliyoruz.
S: Yabancılaşma derken?
H.O.: Yabancılaşma derken, İstiklal
Caddesinde “Komünist” dergisini satarken Amerikan kotu giyen çocuktan
bahsediyorum. Bir komünistin bir şeyleri satması da acayip, kapitalizmin en
gereksiz ürünlerini üzerinde taşıması da. Düşündüğü şeyle yaptığı şey
birbirinden farklı olan kişi kendine yabancılaşıyor demektir. Eminim bir
psikolog size bunu daha iyi açıklayacaktır. Biz burada daha mutlu, daha huzurlu
falan değiliz, ondan emin olun.
S: Peki
içinde yaşadığınız ülkenin sorunları ne olacak? Bunları da düşünüyor musunuz?
H.O.: Biz burada yüz kişiyiz. Yüz tane
seçmeniz sadece. İlk seçimde oyumuzu vereceğiz. Bu politik bir hareket değil,
olsa da kimseyi etkilemez zaten. Yüz kişiyle ne darbe yapılır, ne parti
kurulur. Üstelik yüz tane idealist bu politik ortamda hemen harcanır gider. Üzerinde
anlaştığımız tek konu belki de idealist olmamız, “amaç aracı haklı gösterir”
diyen tek bir kişi bulamazsınız burada. Ama elbette politik hassasiyetlerimiz
var; bir sürü farklı görüşten insanız burada. Şimdilik parlamenter demokrasiyle
idare ediyoruz diyelim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder