Akşama kadar
gezdiğimiz tarlaların çoğuna buğday ekilmiş olsa da arazinin ortasından geçen
küçük derenin yanında ayrılan yaklaşık 5-6 dönümlük araziye çeşitli sebzeler
ekilmişti. Şakayla karışık, ahalinin yeni para biriminin buğday olduğunu
söyleyen Osman Bey, kendi ihtiyaçları kadar buğdayı ayırdıktan sonra kalanıyla
dış dünyadan ihtiyaçlarını buğday karşılığında ve köylüler ile değiş-tokuş
ederek alıyorlardı. Ancak para ile alınması gereken ürünler (ilaç, teknik
ekipman, yedek parça vb.) ve ödenmesi gereken vergiler için vakıfın elinde
sınırlı bir miktar para vardı. Bu ödemeleri yapan, vakfın ön muhasebesini
yürüten görevliler aynı zamanda ahaliden isteyen kişilerin de gelir ve
giderlerini iade ediyordu. Ancak Osman Bey’in ifadesiyle çoğunluk vekaletini
anne-babasına veya kardeşlerine vererek buraya gelmişti.
Yerleşkeden
tarlalara giden yolların tümü asfalt olmasa da en azından düzgün bir şoseydi ve
yeterince geniş idi. İleride tüm topraklar işlense ve çiftlik nüfusu 500’ü
bulsa bile bu yollar gerekli altyapıyı sağlayacak biçimde tasarlanmış,
çiftlikte olası 4 başka yerleşke için tüm gerekli hazırlıklar yapılmıştı. Her
biri birbirinden bağımsız 5 köyü besleyecek kadar toprakları olduğunu söyleyen
Osman Bey bize ufak da bir sır verdi; en büyük harcama kalemi olan elektrik
için rüzgâr türbinleri kurmayı planlıyorlardı. İlgili yasal düzenlemelerin
tamamlandığında arazinin her yanından görülen Güneydoğu’daki tepenin üzerine 50
türbin kurulacak, üretilen elektrik hem kullanılacak hem de şebekeye
satılacaktı.
Yol
boyunca gördüğümüz ahali ile selamlaşıp iki üç cümle etme fırsatı bulmuş olsak
da esas konuşmaları akşama bırakmaya karar vermiştik, bu yüzden ne traktörü
üzerinde bize gülümseyen haşmetli sakalıyla çiftliğin kralı gibi gözüken Hakan
Bey ile ne de diğerleriyle konuştuklarımızı burada aktaramıyorum. Ancak hepsi
dışarıdan gelen biz garip misafirleri iyi karşılamış, bizi görünce şaşırıp
sevinmişlerdi. Arada bir gelen resmi görevliler ve değiş-tokuş için uğrayan köylüler
dışında çiftliğin pek rahatsız edilmediğini öğrendik; aynı zamanda Dış İlişkiler
Sorumlusu da olan Hakan Bey çevre köylerden gelip bir köşede 3-4 bira içen
gençlerden, meraktan dolayı yakınlardaki Bozören, Çardak, Cihadiye ve Çengel
köylerinden bisikletle gelen çocuklardan ve yolunu kaybeden çulluk avcılarından
başka pek misafirleri olmuyordu. Bira içen gençlere ilişmediklerini, çocuklara
çay ve kurabiye verdiklerini, çulluk avcılarını da arabayla çiftliğin dışına
hatta hava kötüyse köylerine kadar götürdüklerini anlattılar.
Ahalinin
kendi akrabaları ve arkadaşları da elbette çiftliğe gelebiliyordu, her biri
kendi çevresini buraya gelmemek konusunda sıkı sıkıya uyarmış olsa da özlemlerine
dayanamayıp gelen annelerini, babalarını kapıdan geri çevirmiyorlardı. Ancak bu
tür ziyaretçilerin sayısı iyice azalmıştı, birkaç defa gelen yakınlar ve
arkadaşlar burada korkacak bir şey olmadığını gördükten sonra ziyaretleri iyice
seyrekleştiriyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder