S: Terapiye bu yüzden mi
katıldınız?
H.O.: Hayır, aslında ben bu hayal
kırıklığı ile yaşamaya devam edebilirdim. Ama âşık oldum! Felsefe bölümündeki
bir öğrenciydi ve benden 10 yaş küçüktü. Üstelik beni hiç sallamıyordu. Bölümde
belli belirsiz bir ağırlığım vardı, işimi ve kariyerimi bırakıp felsefe
okuduğum için saygı duyuyorlardı bana diğer öğrenciler. Ama Sevda benim farkımda
bile değildi. Tanıştıktan sonra da normal arkadaşlık seviyesinin ötesine
geçmeme hiç izin vermedi. Mezun olacağımız sene hiç ümidim olmadığı halde ona
açıldım, kendisine âşık olduğumu söyledim. Fark ettiğini ama kendisinin benim
için böyle şeyler hissetmediğini söyledi. Hepsi o kadar. O cümleyi söyledi ve
gitti. Ama benim o cümleyi hazmetmem altı yıldan uzun sürdü.
S: Neden? Daha önce hiç
reddedilmemiş miydiniz? Tamam, yakışıklı sayılırsınız ama… (Gülüşmeler)
H.O.: Teşekkür ederim. Ancak mesele o
değil elbette, daha önce çok reddedildim ama, nasıl söylesem ... hiç biri bana
bu kadar koymamıştı. Diğerlerinin hiç birinde içimdeki duygu bu kadar saf ve güçlü
değildi. İnsan hani aşk hakkında konuşup durur ama aşkın nasıl bir şey olduğunu
bilmez ya, işte ben Sevda’yı görünce hiç şüphe etmeden “Aşk işte budur” dedim. Gerçek
aşkın karşılıksız kalmayacağına dair sarsılmaz bir inancım vardı. Oysa durum
hiç de böyle olmadı! O gün, açık ve net biçimde reddedildiğim gün aklıma
okuduğum bir cümle geldi. Gittim o cümleyi buldum. “Karşılığında sevgi
uyandırmadan seviyorsanız sevginiz güçsüzdür, bu bir talihsizliktir” demiş
Marx. Benim açımdan yıkıcı olan sevgimiz karşılıksız kalması değil, sevgimin
güçsüz ve talihsiz olduğunu düşünmek oldu. Sevgi gibi temel bir hissi bile
hissedemiyorsam ne işe yararım ben diye düşündüğümü hatırlıyorum.
S: Hikayenizi anlatmaya
başladığınızda ben açıkçası bir kara sevda hikayesi bekledim.
H.O.: Başlarda zihnim bu kadar berrak
değildi elbette. Bu kadar yıkılmamın sebebinin değersizlik hissi olduğunu zaman
içinde çözdüm.
Bu
noktada Osman Bey ilk defa araya girdi:
O.M.: Ama elbette hikaye bu kötü sonla
bitmiyor.
S: Nasıl yani?
H.O.: Bilecik’e dönüp uzun süre evde
oturdum. Depresyondaydım. Annemle babamın zoruyla bir psikiyatriste gitmeye
ikna oldum ve kısa süre sonra grup terapisine dâhil oldum. Tek bir şartım
vardı, bana ilaç vermeyin demiştim. Doktorumuz sağ olsun kabul etmişti. Birkaç ay
içinde kendimi toplayıp bu demin anlattığım şeylerin farkına varınca bir gün
otobüse atladım, İstanbul’a gittim. Sevda’yı buldum ve beni 5 dakika dinlemeye
ikna ettim. Karşıma oturttum ve ona teşekkür etmek istediğimi söyledim. Beni
reddederek beni her istediği elde etmeye hakkı olduğunu düşünen ergenlik
halinden çıkarmış, ateşiyle yakmış ve oldun bir adama dönüştürmüştü. Farkında
olmasa bile güzelliğiyle, asaletiyle, dürüstlüğüyle beni adam etmişti. Onun bir
arzu nesnesi değil, kendi iradesi olan bağımsız bir birey olduğunu artık
anladığımı, beni sevmediği için artık ona kızmadığımı söyledim. Elini sıktım ve
Bilecik’e geri döndüm. İtiraf etmeliyim ki bu da bir nevi onu geri kazanma
hamlesiydi, ama söylediğim her kelime doğruydu. Ona başka biri olduğumu
gösterdim, belki bu yeni Hakan’ı sevebilir diye umdum.
S: Sevdi mi peki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder