18 Nisan 2012 Çarşamba

16


S: Terapiye bu yüzden mi katıldınız?

H.O.: Hayır, aslında ben bu hayal kırıklığı ile yaşamaya devam edebilirdim. Ama âşık oldum! Felsefe bölümündeki bir öğrenciydi ve benden 10 yaş küçüktü. Üstelik beni hiç sallamıyordu. Bölümde belli belirsiz bir ağırlığım vardı, işimi ve kariyerimi bırakıp felsefe okuduğum için saygı duyuyorlardı bana diğer öğrenciler. Ama Sevda benim farkımda bile değildi. Tanıştıktan sonra da normal arkadaşlık seviyesinin ötesine geçmeme hiç izin vermedi. Mezun olacağımız sene hiç ümidim olmadığı halde ona açıldım, kendisine âşık olduğumu söyledim. Fark ettiğini ama kendisinin benim için böyle şeyler hissetmediğini söyledi. Hepsi o kadar. O cümleyi söyledi ve gitti. Ama benim o cümleyi hazmetmem altı yıldan uzun sürdü.

S: Neden? Daha önce hiç reddedilmemiş miydiniz? Tamam, yakışıklı sayılırsınız ama… (Gülüşmeler)

H.O.: Teşekkür ederim. Ancak mesele o değil elbette, daha önce çok reddedildim ama, nasıl söylesem ... hiç biri bana bu kadar koymamıştı. Diğerlerinin hiç birinde içimdeki duygu bu kadar saf ve güçlü değildi. İnsan hani aşk hakkında konuşup durur ama aşkın nasıl bir şey olduğunu bilmez ya, işte ben Sevda’yı görünce hiç şüphe etmeden “Aşk işte budur” dedim. Gerçek aşkın karşılıksız kalmayacağına dair sarsılmaz bir inancım vardı. Oysa durum hiç de böyle olmadı! O gün, açık ve net biçimde reddedildiğim gün aklıma okuduğum bir cümle geldi. Gittim o cümleyi buldum. “Karşılığında sevgi uyandırmadan seviyorsanız sevginiz güçsüzdür, bu bir talihsizliktir” demiş Marx. Benim açımdan yıkıcı olan sevgimiz karşılıksız kalması değil, sevgimin güçsüz ve talihsiz olduğunu düşünmek oldu. Sevgi gibi temel bir hissi bile hissedemiyorsam ne işe yararım ben diye düşündüğümü hatırlıyorum.

S: Hikayenizi anlatmaya başladığınızda ben açıkçası bir kara sevda hikayesi bekledim.

H.O.: Başlarda zihnim bu kadar berrak değildi elbette. Bu kadar yıkılmamın sebebinin değersizlik hissi olduğunu zaman içinde çözdüm.

Bu noktada Osman Bey ilk defa araya girdi:

O.M.: Ama elbette hikaye bu kötü sonla bitmiyor.

S: Nasıl yani?

H.O.: Bilecik’e dönüp uzun süre evde oturdum. Depresyondaydım. Annemle babamın zoruyla bir psikiyatriste gitmeye ikna oldum ve kısa süre sonra grup terapisine dâhil oldum. Tek bir şartım vardı, bana ilaç vermeyin demiştim. Doktorumuz sağ olsun kabul etmişti. Birkaç ay içinde kendimi toplayıp bu demin anlattığım şeylerin farkına varınca bir gün otobüse atladım, İstanbul’a gittim. Sevda’yı buldum ve beni 5 dakika dinlemeye ikna ettim. Karşıma oturttum ve ona teşekkür etmek istediğimi söyledim. Beni reddederek beni her istediği elde etmeye hakkı olduğunu düşünen ergenlik halinden çıkarmış, ateşiyle yakmış ve oldun bir adama dönüştürmüştü. Farkında olmasa bile güzelliğiyle, asaletiyle, dürüstlüğüyle beni adam etmişti. Onun bir arzu nesnesi değil, kendi iradesi olan bağımsız bir birey olduğunu artık anladığımı, beni sevmediği için artık ona kızmadığımı söyledim. Elini sıktım ve Bilecik’e geri döndüm. İtiraf etmeliyim ki bu da bir nevi onu geri kazanma hamlesiydi, ama söylediğim her kelime doğruydu. Ona başka biri olduğumu gösterdim, belki bu yeni Hakan’ı sevebilir diye umdum.

S: Sevdi mi peki?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder