Çoğumuz donup kaldık. Sekizler pis pis
sırıtıyordu. Daha sonra bu soruların felsefe âlemindeki en kazık sorular
olduğunu ve sekizlerin bunlarla bir günden fazla uğraşmadığını öğrenecektim,
ama o anda çok basit gibi görülen sorulara kafamda cevap verirken kendimi
kelimenin tam anlamıyla salak gibi hissettim. İlk soruya cevap verecekmiş gibi
oluyor, beceremeyince sonrakine geçiyor ve onu da beceremediğimi görüyordum.
Birkaç dakikalık sessizliği yeterli
bulan Lütfiye Abla konuşmaya devam etti:
“Gördüğünüz gibi önümüze kolay
hedefler koymadık. Ama işinizi kolaylaştırayım isterseniz; farz edin ki
dışarıdaki tüm insanlar öldü, tüm kitaplar yakıldı, tüm sosyal ve politik sistemler
çöktü. Kafalarımızın içinde kalan bölük pörçük bilgiler dışında felsefe namına
hiçbir şey kalmadı. Ama biz hepimiz sağ kurtulduk. Nasıl olduysa birbirimizi
öldürmedik ve yeni bir medeniyet kurmamız gerekiyor. Hangi temeller üzerine
kurardınız yeni insanlık sistemini? Demokrasi olur muydu mesela? Ortada para
diye bir şey olmasına izin verir miydiniz? Üretim araçlarının sahibi kim
olurdu? Kadınlarla erkekler eşit olur muydu? Kendine soracağınız soruların
sonunda siz de bu tahtadakilere benzer sorulara getirecektir. Kurmayı
düşündüğünüz sistemi açıklamaya "insanlar için en iyisi" diye
başladığınızda "peki iyi nedir?" diye soracaksınız zorunlu olarak.
Daha açıkça anlatabileceğimi sanmıyorum.
Buraya gelmeden önce çoğunuz sürekli
aynı soruyu soruyordu kendine. “Ne anlamı var?” Neden sabah 7’de kalkmalıyım,
neden verdiği üç kuruş maaş için bu şirkette çalışmaya devam etmeliyim, neden
bu benimle dalga geçen arkadaşlarımı kovalayamıyorum çevremden? Bu arabayı neden değiştiriyorum, neden bu
adamla evlenmeye razı oluyorum, neden kötü ruhlu ve hırslı olanlar her türlü mevkii
ele geçirebiliyor, neden Türkiye'nin C takımı, A değil, B değil, C takımı
yönetiyor ülkeyi? Neden aklımdakini söyledim diye insanlar uzaklaşıyor benden,
neden aklımdakileri söyleyemeyince ben uzaklaşıyorum onlardan?
Ben şahsen bir yerlerde insanoğlunun
yolunu kaybettiğini düşünüyorum. Tarihsel determinizme inananlar geçmişteki her
şeyin gerçekleşmesi gerektiği biçimde gerçekleştiğini iddia ediyor, başka türlü
olamazdı diyorlar. Kaderciler “yazımız böyleymiş” diyor. Buradaki insanlardan
bahsediyorum, tartıştığımız konulardan bahsediyorum. Ama bir şeylerin yanlış
olduğu konusunda hemfikiriz, bir şeyler yapmak gerektiği konusunda hemfikiriz. Onun
için buradayız.
Burada sabah kalktığınızda tarlaya
gitmeniz gerekir, yoksa kışın aç kalırsınız. Sizi kurtaracak bir işsizlik
maaşı, yardım edecek bir aile, parayla yiyecek satın alınabilecek bir dükkân
yok burada. Ya ben oynamıyorum der gidersiniz, ya da çalışırsınız. Sürülecek
dönümlerle tarla var, o yüzden her binanın ahalisi kendi toprağını işlemek için
bir düzen kurmak zorunda. Yarın sabah size Hakan arkadaşımız tarafından
hazırlanmış çalışma çizelgeleri verilecek, daha iyisini kendiniz yaptığında bu
çizelgeleri çöpe atabilirsiniz. Kısacası yaşam burada daha zor olacak,
avuçlarınızın içi bizim gibi nasır tutacak, yüzleriniz yanacak yazın güneşte, çoğunuz
kilo vereceksiniz. Ama attığınız her adımın anlamını bileceksiniz. Diğer yandan yaşam çok daha kolay olacak aslında; sizin için
neyin önemli olduğunu düşünmeye fırsatınız olacak. Sürekli kendi iç sesinizi
bastırmadan yaşamayı öğrendiğinizde sorularınıza daha kolay yanıt
bulabileceksiniz.
Lütfen duvara asılacak kurallar yazdırmayın
bize."
Sonra kürsüden indi ve sekizlerin
yanına gitti. Kalabalık hayran olduğu sekizlerden fırça yemeyi beklemiyor olsa
da ciddi bir itiraz sesi duymamıştım. Ancak ertesi gün yedi kişinin birden çiftliği
terk ettiğini duyacaktım.
O gün doğru yerde olduğuma inandım
işte. Bana istediğim silahları burası verecek, beni güçlü bir zırhla donatacaktı.
İntikamımı bileyecek kelimeleri burada öğrenecektim. Doğru soruları sormayı
burada öğrenecektim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder