26 Nisan 2012 Perşembe

23


Çoğumuz donup kaldık. Sekizler pis pis sırıtıyordu. Daha sonra bu soruların felsefe âlemindeki en kazık sorular olduğunu ve sekizlerin bunlarla bir günden fazla uğraşmadığını öğrenecektim, ama o anda çok basit gibi görülen sorulara kafamda cevap verirken kendimi kelimenin tam anlamıyla salak gibi hissettim. İlk soruya cevap verecekmiş gibi oluyor, beceremeyince sonrakine geçiyor ve onu da beceremediğimi görüyordum.

Birkaç dakikalık sessizliği yeterli bulan Lütfiye Abla konuşmaya devam etti:

“Gördüğünüz gibi önümüze kolay hedefler koymadık. Ama işinizi kolaylaştırayım isterseniz; farz edin ki dışarıdaki tüm insanlar öldü, tüm kitaplar yakıldı, tüm sosyal ve politik sistemler çöktü. Kafalarımızın içinde kalan bölük pörçük bilgiler dışında felsefe namına hiçbir şey kalmadı. Ama biz hepimiz sağ kurtulduk. Nasıl olduysa birbirimizi öldürmedik ve yeni bir medeniyet kurmamız gerekiyor. Hangi temeller üzerine kurardınız yeni insanlık sistemini? Demokrasi olur muydu mesela? Ortada para diye bir şey olmasına izin verir miydiniz? Üretim araçlarının sahibi kim olurdu? Kadınlarla erkekler eşit olur muydu? Kendine soracağınız soruların sonunda siz de bu tahtadakilere benzer sorulara getirecektir. Kurmayı düşündüğünüz sistemi açıklamaya "insanlar için en iyisi" diye başladığınızda "peki iyi nedir?" diye soracaksınız zorunlu olarak. Daha açıkça anlatabileceğimi sanmıyorum.

Buraya gelmeden önce çoğunuz sürekli aynı soruyu soruyordu kendine. “Ne anlamı var?” Neden sabah 7’de kalkmalıyım, neden verdiği üç kuruş maaş için bu şirkette çalışmaya devam etmeliyim, neden bu benimle dalga geçen arkadaşlarımı kovalayamıyorum çevremden?  Bu arabayı neden değiştiriyorum, neden bu adamla evlenmeye razı oluyorum, neden kötü ruhlu ve hırslı olanlar her türlü mevkii ele geçirebiliyor, neden Türkiye'nin C takımı, A değil, B değil, C takımı yönetiyor ülkeyi? Neden aklımdakini söyledim diye insanlar uzaklaşıyor benden, neden aklımdakileri söyleyemeyince ben uzaklaşıyorum onlardan?

Ben şahsen bir yerlerde insanoğlunun yolunu kaybettiğini düşünüyorum. Tarihsel determinizme inananlar geçmişteki her şeyin gerçekleşmesi gerektiği biçimde gerçekleştiğini iddia ediyor, başka türlü olamazdı diyorlar. Kaderciler “yazımız böyleymiş” diyor. Buradaki insanlardan bahsediyorum, tartıştığımız konulardan bahsediyorum. Ama bir şeylerin yanlış olduğu konusunda hemfikiriz, bir şeyler yapmak gerektiği konusunda hemfikiriz. Onun için buradayız.

Burada sabah kalktığınızda tarlaya gitmeniz gerekir, yoksa kışın aç kalırsınız. Sizi kurtaracak bir işsizlik maaşı, yardım edecek bir aile, parayla yiyecek satın alınabilecek bir dükkân yok burada. Ya ben oynamıyorum der gidersiniz, ya da çalışırsınız. Sürülecek dönümlerle tarla var, o yüzden her binanın ahalisi kendi toprağını işlemek için bir düzen kurmak zorunda. Yarın sabah size Hakan arkadaşımız tarafından hazırlanmış çalışma çizelgeleri verilecek, daha iyisini kendiniz yaptığında bu çizelgeleri çöpe atabilirsiniz. Kısacası yaşam burada daha zor olacak, avuçlarınızın içi bizim gibi nasır tutacak, yüzleriniz yanacak yazın güneşte, çoğunuz kilo vereceksiniz. Ama attığınız her adımın anlamını bileceksinizDiğer yandan yaşam çok daha kolay olacak aslında; sizin için neyin önemli olduğunu düşünmeye fırsatınız olacak. Sürekli kendi iç sesinizi bastırmadan yaşamayı öğrendiğinizde sorularınıza daha kolay yanıt bulabileceksiniz.

Lütfen duvara asılacak kurallar yazdırmayın bize."

Sonra kürsüden indi ve sekizlerin yanına gitti. Kalabalık hayran olduğu sekizlerden fırça yemeyi beklemiyor olsa da ciddi bir itiraz sesi duymamıştım. Ancak ertesi gün yedi kişinin birden çiftliği terk ettiğini duyacaktım.

O gün doğru yerde olduğuma inandım işte. Bana istediğim silahları burası verecek, beni güçlü bir zırhla donatacaktı. İntikamımı bileyecek kelimeleri burada öğrenecektim. Doğru soruları sormayı burada öğrenecektim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder