8 Kasım 2015 Pazar

96

Hemen arkasından reklamlar girdi. Reklam arasında kırk yıllık arkadaş gibi sohbet etsek de, tekrar yayına geçtiğimizde beklediğimiz yerden sorular geldi, parasız bir dünya nasıl olacak (olmaz dedik haliyle), kadın erkek eşitliği konusunda ne düşünüyorsunuz, aşk var mı aşk, hadi internet yok ama kitap bile yoksa sıkılmıyor musunuz hocam, becerdiniz mi organik işlerini, iş planını nasıl yapıyorsunuz, aaa siz komünist misiniz, çalışmayana yemek yok mu hahaha… Televizyon izleyicilerinin duymak istediği tüm cevaplar alınınca, kazık sorular Emel’le başladı:

“Tüm anlattıklarınız iyi güzel de, bir sosyal sorumluluk hissetmiyor musunuz?”

“Nasıl yani?” dedi Burcu.

“Yani kendinizi kurtarıyorsunuz veya kurtarmayı deniyorsunuz, tamam. 97 kişiyi kurtarınca ne olacak? Sizi bugüne getiren, eğiten, besleyen, yolunuzu yapan, sizi koruyan topluma borcunuzu nasıl ödemeyi düşünüyorsunuz? Sadece örnek olmak yetmez ki!”

“Bunu biz de kendi kendimize soruyoruz” dedi Burcu sükûnetle. Ama yan köydeki insanlarla aramızda temelde bir fark yok. Vergimizi veriyoruz, askere gidiyoruz, oyumuzu atacağız seçimde, kanunlara uyuyoruz. Yani yasal olarak devlete ve millete olan borcumuzu her vatandaş kadar ödüyoruz.”

“Onu sormadığımı biliyorsunuz” dedi Emel.

“Gönül borcunu mu soruyorsunuz?” dedi Burcu. Emel başıyla onayladı.

“Gönül borcu konusunda da yandaki köyle farkımız yok ki. Yani arabeske boğmak istemem gecenizi, ama bu toplum çoğumuzun akıl sağlığı ile oynadı! Biz maddi olarak olmasa da manevi olarak kast sisteminin en altından geldik. Çok arkadaşımız olmadı, hayallerimizi gerçekleştirmemize hatta ifade etmemize izin verilmedi, yok sayıldık, hor görüldük, sesimiz duyulmadı pek. Onun için buraya kaçtık.”

Durumu kurtarmak için müdahale Hakan abiden geldi:

“Ama elbette edindiğimiz kadim değerleri, erdemleri bize bu toplum öğretti. Onlara göre nasıl yaşanır, buna uygu bir model sunmadı bize bu toplum, yabancılaşmayı öğretti bir yandan. Ama yine de doğruluğu, dürüstlüğü, yardımlaşmayı bu topraklarda öğrendik. Bizim çiftlikte birileri ‘gördüğünü ört, görmediğini söyleme’ diyebiliyorsa bu Türkiye’nin ekmeğinden suyundandır. O yüzden devlete doğrudan bir borcumuz yok belki, ama milletin özüne, ata ruhlarımıza bir borcumuz var. Şu andaki başbakana değil ama Cemil Meriç’e, Oğuz Atay’a borcumuz var.”

“Ben de onu soruyorum… sanırım” dedi Emel. “Nasıl ödenecek?”

“Öncelikle onlara layık olarak” dedi Hakan abi.

“Sonrada onların koyduğu tuğlaların üzerine yeni tuğlalar koyarak” dedim ben de. “Yeni şeyler söyleyerek, köklere dönmeye çalışmak yerine yeni kökler salmaya çalışarak. Biliyor musunuz ki iki yeni çiftlik daha açılıyor? Biliyor musunuz ki franchising veren bir firma olsak bugün para basmaya başlamış olacaktık? Biliyor musunuz ki Türk medeniyeti denen 2500 yıllık yapının üzerine bir taş daha koysak bizden mutlusu olmaz? Ama bu konuşarak değil düşünerek ve çalışarak olur.”

“Çok güzel laflar bunlar da, ben sıkıldım” dedi Murat. “Büyük laflar duyunca kasıntı basıyor beni. Resmi toplantı konuşması gibi oldu bu!”

“Sana şöyle söyleyeyim o zaman” dedi Burcu, “biz bir laboratuvarız. Siz ikiniz, Emel ile sen, büyük işler başarıyorsunuz. Ama silahınız sınırlı. Biz sana yeni silahlar bulmaya çalışıyoruz. Ya da diyelim ki sizin her çabanız yüzlerce asker üretiyor. Ama bir ordu sadece piyadeden oluşmaz. Biz, belki bir tane mancınık yapacağız!”


Murat kahkahalar atarken Emel ve romancımız nazik sözlerle bize teşekkür ettiler ve son sözlerimizi sordular.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder