19 Kasım 2015 Perşembe

104

“Abla gözünü seveyim, herkes mutluluk formülü veriyor, otogarda bile kitabını satıyorlar” dedim şakayla karışık. Ciddiye bile almadı beni:

“Yani diyorum ki bir dış etken, bir dış müdahale, bir değişiklik olmadıkça insanın duygu-durumu değişmez. Kimse durduk yerde, tüm şartlar aynıyken mutlu olmaz birden bire. Mutluluk için bir değişim gerekir. O yüzden mutlu olamazsın, mutlu edersin.”

“Bu hesapla kendimizi de mutlu edebiliriz ama?!”

“Elbette, kendine müdahale edip mutlu etmek teorik olarak mümkündür. İnsanlar da bunu yapmıyor mu zaten? Mutsuzum, çikolata yiyeyim, mutlu olayım. Mutsuzum, çıkıp güzel bir yere gideyim, mutlu olayım. Mutsuzum, beni sinirlendiren herifin başına bir çorap öreyim, mutlu olayım. Mutsuzum, neden mutsuz olduğumu öğretecek bir kitap okuyayım, ona inanayım mutlu olayım. Mutsuzum, meditasyon yapayım, mutlu olayım. Ama zorlama bir mutluluk oluyor bu, mutlu olmak için yaptığını sen biliyorsun veya bilinçaltın biliyor. Kaç pasta da yesen, kaç ayakkabı alsan, kaç kitap okusan değişmiyor, kısacık ve yapay bir mutluluk elde ediyorsun.”

“Oysa başkaları seni mutlu ederse…”

“Oysa başkaları seni mutlu ederse hem mutluluk için bir müdahale, bir değişim gerçekleşiyor, hem de bunun yapay, zorlama olduğu hissi olmuyor. Çünkü biliyorsun ki karşındaki, annen, sevgilin, arkadaşın, yeni tanıdığın biri seni önemsiyor; seni mutlu etmek için çaba gösteriyor. O yüzden hem dünyadaki yerini sağlamlaştırıyorsun kendi kafanda, kendini ve varlığını onaylanmış gibi görüyorsun, hem de sevilmek içini ısıtıyor.”

“Yani mutlu olmak mümkün değil. Mutlu edebiliriz ancak. Kendimizi biraz mutlu edebiliriz ve bunun niteliği ve niceliği daha düşük olur; ama başkalarını mutlu edersek o kişi hem niceliksel hem de niteliksel olarak daha büyük bir mutluluğa kavuşur. Peki, bir mutluluk zinciri yaratıp zincirin ucunun bize değmesini mi bekleyeceğiz?”

Berk’in yüzünden bir gölge, öfkenin gölgesi geçti. Lütfiye abla ile dalga geçiyorum sanıyordu. Oysa ona pas açıyordum. Hiç MEB klasiklerini, Eflatun’u okumadı mı bu çocuk acaba?

“Hayır işte, işin ilginç yanı bu. Birilerini mutlu ettiğin anda sen de kendini değerli, işe yarar, “iyi” hissediyorsun, duygusal bir tatmin yaşıyorsun. Anneler neden daha mutludur babalara göre? Tam da bu yüzden! Çocuklarının yüzündeki gülümseme, onlara evrenin onayı gibi gelir.”

“Anladım sanırım. Nedenselliğe bu kadar güvenmezdim ben olsam, çünkü … Biliyorsun işte abla” dedim, “ama böyle şeylerle uğraşmak için buradayız. Bir ipin ucunu yakaladığın kesin.”

“Orada duramadım ki Hakan, duramadım ki. Neden dedim kendi kendime, neden mutlu olmamız gereksin ki? Evrenin de çok umurundaydı iyilik yapmamız, mutlu olmamız.”

“İyilikten çıktı her zamanki gibi konu Hakan abi” diye araya girdi Berk, “şu Phaedrus’un ünlü sözünden.” Sonra ezberden okudu:

“Ve nedir iyi, Phaedrus, ve nedir iyi olmayan – Bunu söyleyecek birine ihtiyacımız var mı?”

“Biliyorum alıntı yapılmasını sevmiyorsunuz, ama bu bir cevap değil, bir soru” dedi Berk. “Hayatımızın iplerini yeniden elimize geçirmek için geldik buraya, doğru. Dün akşam bunu konuşuyorduk yürürken. Ama o ipleri elimize almak ne anlama gelecek? Neden alacağız? Ne yapmak için? “İyilik” yapmak için mi? Bunun doğru düzgün bir cevabı yok bende. Hiçbirimizde yok. Sadece şunu biliyoruz, o ipler bize ait.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder