Bu yenilgiyle kendim savaşmaya
karar verip bunu bir nevi hayal haline getirene kadar çok psikiyatriste gittim,
çok kitap okudum (çoğunu da yarım bıraktım). Kafamdaki fikirlerin izini sürdüm,
sebebini bulmaya çalıştım. “Her şey anlamsız, her şey boş” tipi bir ergen
depresyonuna girmediğini fark ettiğimde nasıl rahatladığımı tahmin edersiniz.
Aşk acısı da değildi (duygu dünyamı burada anlatacak değilim elbette ama o
açıdan normal sınırlar içindeydim). Ne olduğunu değil de neye benzediğini tarif
ettiğim gün, oturduğum koltuğa çöktüm de 3 saat kalkamadım.
Karnı tok halde restoran menüsüne
bakan, o yüzden de yemek seçemeyen o kıl müşteriydim ben. Hayatın bana sunacağı
bir sürü hedef, hayal, amaç, zevk vardı; aklıma gelenler kadar düşünsem
bulacağım bir sürü başka seçeneğe sahiptim. Bunları yapacak param da, zamanım
da vardı. Ama karnım toktu işte, bir türlü acıkmıyordu! Haftalar, aylar boyunca
acıkmayı bekledim. Paraları bağışlayıp açlık ve geçim zoruyla çalışmaya
başlayabilir miydim? Botsvana’da gidip açlar için çalışabilir miydim, ya da bir
Doğu Anadolu köyünde? Kendime veya birilerine yardım edebilir miydim? Hiçbiri
zerre kadar ilgimi çekmiyordu.
Bu arada hayatıma devam ediyordum
ha, yanlış anlaşılmasın. İşleri bensiz de yürüyen bir hale getirdiğim için
biraz işe geç gidiyor, annem ve babamla kahvaltılar, akşam yemekleri yiyor, 2
günlük kaçamak tatillere gidiyor, arkadaşlarımla görüşmekten de geri
kalmıyordum. Dışarıdan bakan biri, hayatımdaki o büyük boşluğu tahmin bile
edemezdi. Gündüz ben bile unutuyordum bazen.
İnsan herkesi kandırır da kendini
kandıramaz demiş ya biri, büyük yalan. Uydurmuş. Hepimiz kendimizi kandırırız.
Kendimizi oyalarız. Sanki çok lazımmış gibi zamanı geçirmeye uğraşırız. Bir
günü daha yedik diye seviniriz bazı günler, bugünü de atlattık ya gerisi kolay
deriz. Sonra ertesi gün hop, sil baştan. Yenmesi gereken bir başka gün gelir
dayanır perdenin öbür tarafına. Bazı günlerin, nadiren, bitmesini istemeyiz
(hayır Cumartesileri demiyorum). Ama çoğu günü bitirmek için uğraşırız. O
beklediğimiz gün gelene kadar. “O” gün gelince keyfini çıkaramayız tam,
ağzımızda acı bir tat. İşte o acı tadı atamadım ağzımdan.
Benim adım Burcu. Derdim ne
bilmiyorum. Rahat batması sendromunun son kurbanlarından biriyim. Sizlere de
bulaşmasın diye kendimi karantinaya aldım.
Benim adım Burcu. Göğsüme oturan o
öküzü kovamıyorum. Bazen anlar gibi oluyorum neden orada olduğunu, ama
kelimelere dökülür bir his değil. Bakır gibi bir tadı, Prusya mavisi bir kokusu
var. O derece anlatılmaz-yaşanır, boktan bir durum.
Benim adım Burcu. Sizinle uğraşmak
istemiyorum. Yalnız bırakılmak da istemiyorum. Bir kol uzaklığı mesafesinde
durun yeter bana. Ben konuşmadan benle konuşmayın diyecek kadar kibirli
değilim, ama baktınız yüzüm sirke satıyor, uzaktan geçin abicim.
Buraya acıkmak için, neden
acıkmadığımı sormak için geldim. Bana benzeyen, kerameti kendinden menkul
manyaklara bakıp ibret almaya, onlarda derman aramaya geldim; çünkü normal
insanlar benim derdime derman olamadı. İlaç verdiler olmadı, terapi yaptılar
olmadı, spor yaptırdılar olmadı, çocuk yap geçer diyenleri de küfür kıyamet ben
kovdum kapıdan. Yanlış sorulara doğru cevapları burada verdiklerini duydum,
buraya geldim.
Havalı sözler etmeye ve duymaya değil,
yeni sözler etme ve duyma ihtimaline. Dünyada daha önce hiçbir kulağın
duymadığı sözler. Doğru olmalarına bile gerek yok, yeterince iyi ve orijinal
yalanlara ve hatalara hazırım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder