12 Kasım 2015 Perşembe

100

Bu yenilgiyle kendim savaşmaya karar verip bunu bir nevi hayal haline getirene kadar çok psikiyatriste gittim, çok kitap okudum (çoğunu da yarım bıraktım). Kafamdaki fikirlerin izini sürdüm, sebebini bulmaya çalıştım. “Her şey anlamsız, her şey boş” tipi bir ergen depresyonuna girmediğini fark ettiğimde nasıl rahatladığımı tahmin edersiniz. Aşk acısı da değildi (duygu dünyamı burada anlatacak değilim elbette ama o açıdan normal sınırlar içindeydim). Ne olduğunu değil de neye benzediğini tarif ettiğim gün, oturduğum koltuğa çöktüm de 3 saat kalkamadım.

Karnı tok halde restoran menüsüne bakan, o yüzden de yemek seçemeyen o kıl müşteriydim ben. Hayatın bana sunacağı bir sürü hedef, hayal, amaç, zevk vardı; aklıma gelenler kadar düşünsem bulacağım bir sürü başka seçeneğe sahiptim. Bunları yapacak param da, zamanım da vardı. Ama karnım toktu işte, bir türlü acıkmıyordu! Haftalar, aylar boyunca acıkmayı bekledim. Paraları bağışlayıp açlık ve geçim zoruyla çalışmaya başlayabilir miydim? Botsvana’da gidip açlar için çalışabilir miydim, ya da bir Doğu Anadolu köyünde? Kendime veya birilerine yardım edebilir miydim? Hiçbiri zerre kadar ilgimi çekmiyordu.

Bu arada hayatıma devam ediyordum ha, yanlış anlaşılmasın. İşleri bensiz de yürüyen bir hale getirdiğim için biraz işe geç gidiyor, annem ve babamla kahvaltılar, akşam yemekleri yiyor, 2 günlük kaçamak tatillere gidiyor, arkadaşlarımla görüşmekten de geri kalmıyordum. Dışarıdan bakan biri, hayatımdaki o büyük boşluğu tahmin bile edemezdi. Gündüz ben bile unutuyordum bazen.

İnsan herkesi kandırır da kendini kandıramaz demiş ya biri, büyük yalan. Uydurmuş. Hepimiz kendimizi kandırırız. Kendimizi oyalarız. Sanki çok lazımmış gibi zamanı geçirmeye uğraşırız. Bir günü daha yedik diye seviniriz bazı günler, bugünü de atlattık ya gerisi kolay deriz. Sonra ertesi gün hop, sil baştan. Yenmesi gereken bir başka gün gelir dayanır perdenin öbür tarafına. Bazı günlerin, nadiren, bitmesini istemeyiz (hayır Cumartesileri demiyorum). Ama çoğu günü bitirmek için uğraşırız. O beklediğimiz gün gelene kadar. “O” gün gelince keyfini çıkaramayız tam, ağzımızda acı bir tat. İşte o acı tadı atamadım ağzımdan.

Benim adım Burcu. Derdim ne bilmiyorum. Rahat batması sendromunun son kurbanlarından biriyim. Sizlere de bulaşmasın diye kendimi karantinaya aldım.

Benim adım Burcu. Göğsüme oturan o öküzü kovamıyorum. Bazen anlar gibi oluyorum neden orada olduğunu, ama kelimelere dökülür bir his değil. Bakır gibi bir tadı, Prusya mavisi bir kokusu var. O derece anlatılmaz-yaşanır, boktan bir durum.

Benim adım Burcu. Sizinle uğraşmak istemiyorum. Yalnız bırakılmak da istemiyorum. Bir kol uzaklığı mesafesinde durun yeter bana. Ben konuşmadan benle konuşmayın diyecek kadar kibirli değilim, ama baktınız yüzüm sirke satıyor, uzaktan geçin abicim.

Buraya acıkmak için, neden acıkmadığımı sormak için geldim. Bana benzeyen, kerameti kendinden menkul manyaklara bakıp ibret almaya, onlarda derman aramaya geldim; çünkü normal insanlar benim derdime derman olamadı. İlaç verdiler olmadı, terapi yaptılar olmadı, spor yaptırdılar olmadı, çocuk yap geçer diyenleri de küfür kıyamet ben kovdum kapıdan. Yanlış sorulara doğru cevapları burada verdiklerini duydum, buraya geldim.

Havalı sözler etmeye ve duymaya değil, yeni sözler etme ve duyma ihtimaline. Dünyada daha önce hiçbir kulağın duymadığı sözler. Doğru olmalarına bile gerek yok, yeterince iyi ve orijinal yalanlara ve hatalara hazırım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder