Bize bıraktıkları numarayı arayıp programa üç kişi
katılacağımızı söylediğimizde çok sevindi Emel Hanım, hemen nasıl geleceğimizi
sordu. Bu haftaki programa çıkmak ister miymişiz? Otobüsle mi gelecekmişiz?
Bizi alması için araba yollamalı mıymış?
Hakan abi bu sevimli, hevesli ve sesiyle insanın içini
ısıtan kadını sakinleştirene kadar akla karayı seçti. Bizim hepi topu 1 yıldır
burada olduğumuzu, oraya gelirken zorlanmayacağımızı, bizi İstanbul Esenyurt Otogarından
aldırmasının yeterli olacağını anlattı durdu. Hayır, sorular konusunda bir
sınırımız yoktu, istemediğimiz soruya cevap vermezdik zaten. Canlı yayına
çıkmakla ilgili bir sorunumuz yoktu, ama acemi olduğumuzu baştan kabul
etmeliydi. Sözleşme yapmaya gerek yoktu, vallahi gelecektik. Hayır, ücret
istemiyorduk. Hayır, vakfa bağış falan da istemiyorduk. Korumaya gerek var
mıydı, sanmıyorduk – ama isterse koruma tutabilirdi. Çiftliğin kapısı bile
yoktu doğru dürüst, zarar vermek isteyen içeri istediği zaman girerdi zaten.
Sonunda Hakan abi dayanamayıp:
“Elinizde hazır bir liste mi var? Bu soruları kafadan
mı soruyorsunuz?” dedi gülerek.
Elbette bir liste varmış, işler kontrolden çıkmasın
diye televizyon kanalı ellerine tutuşturmuş. O yüzden soruları sorması
gerekiyormuş, ayrıca bize e-posta ile uyulması gereken kuralları yollayacakmış.
Bunu göndermesi zorunluymuş, ama orada özgürce konuşabilirmişiz. Ama
televizyonda marka ve firma ismi söylemeyecekmişiz, küfürlü konuşamazmışız.
Eh, onları da kabul etti Hakan abi haliyle.
Burada bitti sanıyorsanız bitmedi; ama ben anlatmaktan
sıkıldım. Ne giyecekmişiz, ne giymemeliymişiz, program ne kadar sürermiş… Bir
noktada sıkılıp Burcu ile ikimiz dışarı çıktık.
“Arayayım mı Bülent’i acaba?” dedim. “Bizi izlesin televizyonda.”
Burcu hemen lafın gideceği yeri anladı ve yumruğunu
sıktı:
“Sen” dedi, “çok oluyorsun artık. Uzatma dedikçe
uzatıyorsun konuyu. Lisede miyiz oğlum?”
“Hepimizi özlemiş olabilir. Onun için dedim. Sen
aramayacak mısın kimseyi, seni seyretsin diye?” Baktım kızıyor, daha açık
söyledim: “Annenleri falan?”
“Ararım elbette, hatta bence onlar da atlar gelir
İstanbul’a. Sen ne yapacaksın?”
“Ben sanırım bir tek Bülent’i…”
Kol mesafesi dışında olduğumdan yumruktan kurtuldum ve
koşarak kaçmaya başladım. Peşimden gelmedi neyse ki!
“Seni var ya, canlı yayında rezil edeceğim!” dedi
öfkeyle. Neyse ki ortalıkta kimse yoktu da duymadı kimse.
“Ne yapacaksın da rezil edeceksin acaba?” diye
ağzından laf almaya çalıştım.
“Burcu’dan bahsederim!” dedi kendinden emin biçimde.
Dondum kaldım.
“Hatırlamıyor musun, ‘Herkesin bir Burcu’su vardır’
demiştin! O zamana kadar rüyanda Burcu diye sayıkladığın için uzak duruyordum
senden. Buket demişti adımı
sayıkladığını. Ama sen başka bir Burcu’yu görüyordun rüyanda! İşte bunu canlı
yayında anlatacağım. Herkes gülecek, bir kişi hariç! Burcu biliyor mu ona aşık
olduğunu?”
“Eğer bundan bahsetmezsen seni büyük sırra ortak
ederim” dedim son bir hamle yaparak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder