16 Kasım 2015 Pazartesi

102

Çiftliğe vardığımızda ne bekliyordum bilmiyorum. Sanırım iki gün bile dış dünyada vakit geçirince o dünyanın alışkanlıkları su yüzüne çıktığından insanların bizi kapıda karşılamalarını bekledim ve istedim belli belirsiz. Oysa gittiğimizde bizi bekleyen kimse yoktu; dış kapıdan girdiğimizde de, kendi binalara uğradığımızda da, tekrar yemekhanede buluştuğumuzda da. Birazcık kızdığımızı itiraf etmeliyim, beni koridorlarda durdurup “ne güzel konuştun öyle” demelerini, en azından “nerelerdeydin yahu, nasıl geçti program?” diye sormalarını istedim. Farkıma varmalarını, beni kabullenmelerini, benimsemelerini, özlemelerini… Yani bozuldum işte, o kadar.

Yemekhaneye gittiğimde herkes çoktan yemeğini yemiş, gitmişti. Köşedeki masalardan birinde Hakan ile Uğur muhabbet ediyorlardı:

“… bir daha, benim dengemi bozdu vallahi” dedi Uğur, sonra beni fark edince “Burcu da iyi biri aslında, değil mi abi?”

“Yemem ben bunları” dedim, “ciğerini öğrendim ben senin günlükten!”

“Ona da mı okuttunuz?” dedi Hakan abi yalancıktan kızarak.

“Aman be Hakan abicim, kötü bir şey yok ki o günlükte. Hem ben de birkaç sayfa ekledim başlamışken. Çok yönlü bir metin olmasına yardım ettim, başka bir bakış açısı ekledim elimden geldiğince.”

“Ne yazdın peki?”

“Okursun bitince, bu akşam kendi bölümümü bitirmeyi umuyorum” dedim. Sonra geldim bu acayip, iç bunaltıcı odaya, geçtim bilgisayarın başına, on beş dakikadır boş boş bakıyorum. Ne yazmalıyım bilemiyorum başka; sanki parmak uçlarımdan klavyeye akacak koca bir nehir var ama ben baraj kapaklarını açmanın yolunu bulamıyorum, tam olarak böyle hissediyorum işte
.
Yıllar boyunca içinde biriktirdiği, mayalandırdığı, ruhunu bulandıran çamurları, balçıkları kendisi temizleyebilir mi insan? O yapışmış, yoları tıkamış, keçeleşmiş kötülük, bedbinlik, kendine acıma, susup içine atma sökülüp atılabilir mi? Söylenmediği için ağırlaşan sözler, bir nefes bile alamadan ölmüş hisler, açlıklar, heyecanlar, pişmanlıklar gidince zihnimizdeki su berraklaşır mı? Daha iyi, olumlu, verimli düşünebilir mi insan? Ya da dertleri sadece anlatabilmek onlardan kurtulmamızı sağlar mı?

Saçmalıyorum yine. Sanki hayatımdaki dertleri ummana döksem arınacağım, yüklerimden kurtulacağım, daha cesur olacağım, yeni bir sayfa açacağım. Böyle hissediyorum.

Benim adım Burcu. Küçücük bir çocukken bile derdimi hep içime attım. Babamı anamı üzmek istemediğim için kendimi üzdüm hep. Başkalarının derdiyle dertlenmedim, başkalarını da benim derdimle dertlenmeye davet edemedim hiç. İskandinav olmalıydım, fırıncı oldum.

Bu iş burada bitmez, daha sonra yeniden yazacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder