Çiftliğe vardığımızda ne
bekliyordum bilmiyorum. Sanırım iki gün bile dış dünyada vakit geçirince o
dünyanın alışkanlıkları su yüzüne çıktığından insanların bizi kapıda karşılamalarını
bekledim ve istedim belli belirsiz. Oysa gittiğimizde bizi bekleyen kimse
yoktu; dış kapıdan girdiğimizde de, kendi binalara uğradığımızda da, tekrar
yemekhanede buluştuğumuzda da. Birazcık kızdığımızı itiraf etmeliyim, beni
koridorlarda durdurup “ne güzel konuştun öyle” demelerini, en azından “nerelerdeydin
yahu, nasıl geçti program?” diye sormalarını istedim. Farkıma varmalarını, beni
kabullenmelerini, benimsemelerini, özlemelerini… Yani bozuldum işte, o kadar.
Yemekhaneye gittiğimde herkes çoktan
yemeğini yemiş, gitmişti. Köşedeki masalardan birinde Hakan ile Uğur muhabbet
ediyorlardı:
“… bir daha, benim dengemi bozdu
vallahi” dedi Uğur, sonra beni fark edince “Burcu da iyi biri aslında, değil mi
abi?”
“Yemem ben bunları” dedim, “ciğerini
öğrendim ben senin günlükten!”
“Ona da mı okuttunuz?” dedi Hakan
abi yalancıktan kızarak.
“Aman be Hakan abicim, kötü bir şey yok ki o günlükte. Hem
ben de birkaç sayfa ekledim başlamışken. Çok yönlü bir metin olmasına yardım
ettim, başka bir bakış açısı ekledim elimden geldiğince.”
“Ne yazdın peki?”
“Okursun bitince, bu akşam kendi
bölümümü bitirmeyi umuyorum” dedim. Sonra geldim bu acayip, iç bunaltıcı odaya,
geçtim bilgisayarın başına, on beş dakikadır boş boş bakıyorum. Ne yazmalıyım
bilemiyorum başka; sanki parmak uçlarımdan klavyeye akacak koca bir nehir var
ama ben baraj kapaklarını açmanın yolunu bulamıyorum, tam olarak böyle
hissediyorum işte
.
Yıllar boyunca içinde
biriktirdiği, mayalandırdığı, ruhunu
bulandıran çamurları, balçıkları kendisi temizleyebilir mi insan? O yapışmış,
yoları tıkamış, keçeleşmiş kötülük, bedbinlik, kendine acıma, susup içine atma
sökülüp atılabilir mi? Söylenmediği için ağırlaşan sözler, bir nefes bile alamadan
ölmüş hisler, açlıklar, heyecanlar, pişmanlıklar gidince zihnimizdeki su
berraklaşır mı? Daha iyi, olumlu, verimli düşünebilir mi insan? Ya da dertleri sadece
anlatabilmek onlardan kurtulmamızı sağlar mı?
Saçmalıyorum yine. Sanki hayatımdaki
dertleri ummana döksem arınacağım, yüklerimden kurtulacağım, daha cesur
olacağım, yeni bir sayfa açacağım. Böyle hissediyorum.
Benim adım Burcu. Küçücük bir
çocukken bile derdimi hep içime attım. Babamı anamı üzmek istemediğim için
kendimi üzdüm hep. Başkalarının derdiyle dertlenmedim, başkalarını da benim
derdimle dertlenmeye davet edemedim hiç. İskandinav olmalıydım, fırıncı oldum.
Bu iş burada bitmez, daha sonra
yeniden yazacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder