7 Kasım 2015 Cumartesi

95

“Siz inanmıyor musunuz bir değişim başlattığınıza?” dedi Murat.

“Benim neye inandığım çok önemli değil” dedim. “Ama bence dünya sürekli bir değişim içinde, hele de yirmi birinci yüzyılda. Ama eğer bizim büyük bir dalga yaratıp yaratmadığımızı soruyorsanız, bence bir dalgadan çok bir mağara, bir in yapıyoruz biz. Hayatın dalgaları arasında sürüklenen, boğulan, kendi yolunu çizemeyenler için bu karmaşadan kaçabilecekleri bir mağara gerekli. Kimsenin size dokunamayacağı, durup etrafı dinleyebileceğimiz, olup biteni değerlendirebileceğimiz, hayatta çok ileri gittiğimizde ruhumuz bize yetişsin diye bekleyebileceğimiz bir yer. Bu asla bir cennet değil, yanlış anlamayın, bizim çiftlik bir Alamut kalesinden çok Hanımın Çiftliği gibi, ondan emin olun.

Ama insanlara başka bir dünyanın mümkün olduğunu hatırlatmak bile bugün başlı başına bir devrimdir. Şu anda kim düzende gerçek bir değişiklik olacağına inanıyor. 19-20 yaşımıza girdiğimizde geleceğimizin çoktan çizildiğini, önümüze seçenek diye sunulan şeylerin çoktan paket programlar halinde hazırlandığını fark etmeye başlıyoruz. Güzel bir kariyer, sakin bir kariyer, basamakları sıçraya sıçraya çıkan bir kariyer olanağı sunuluyor. Bir yere girip 20 sene çalışabiliriz, ya da 1,5 senede bir şirket değiştirerek sürekli yükselebiliriz. Ev alabiliriz, araba alabiliriz, evlenip çocuk yapabiliriz. Hobi niyetine plak toplayabilir veya motosikletle gezebiliriz. Elektronik aletlerde, oyunlarda, şarapta uzmanlaşabiliriz. Hatta on yılın sonunda delirirsek bisiklete binip dünyayı gezebilir, okyanusta yelken basabilir, Afrika’da yardım gönüllüsü olabiliriz, dünyayı gezebiliriz. Emekli olunca bir kıyı kasabasına yerleşebilir, şarap üretebilir, organik tarım yapabiliriz. Hepsi hazır paket programlar. Biz bu oyuna dâhil olmayacağız! Çiftlik, modern ya da isterseniz post-modern hayatın sunduğu bir kaçamak fırsatı olmayacak!”

“Nasıl olacak peki bu?” dedi Hakan abi. Benim gitgide öfkelenen tavrıma şaşırıp sunucular yerine bu soruyu onlardan önce yapıştırdı.

“Biz niteliğe önem veriyoruz çünkü, liyakate önem veriyoruz. Bizim çiftliğe gelebilmek için bizi ikna etmesi lazım bir insanın, yalan mı Hakan abi? 499 Avro verip bir oda kiralayamaz. Hak etmesi lazım. Hak ettiğine bizi inandırması lazım. Aday, talip olması lazım.

Bugün, cebinizde paranız varsa istediğiniz üzüm bağını satın alırsınız. Kimse bu kadar iyi bir bağı işleyecek bilgin, deneyimin, isteğin var mı diye sormaz. Yahut paranız varsa, dünyadaki en güzel gitarı alıp ‘Akdeniz Akşamları’nı çalabilirsiniz, hatta kötü bile çalabilirsiniz. Kimse size bir şey diyemez. Oysa çiftlik sadece paranın geçtiği oyunun dışında kalıyor. Her şeyin, yani zamanın, ürünlerin, bilginin, sanatın hatta cinselliğin para birimi cinsinden ifade edildiği bir dünyada bizim çiftliğin sadece varlığı bile alnınızın ortasında çıkan sivilcedir. Onunla yaşayabilirsiniz, onu sıkabilirsiniz ama sıkmadan da yaşarsınız. Ama asla onu yok sayamazsınız. Herkes onu veya ondan kalan kanlı izi alnınızın ortasında görür. Aynaya bakmasanız bile başkalarının bakışlarından anlarsınız orada olduğunu.

Ben çok konuştum, susayım mı artık?”

Altı kişinin tümü gülerek karşıladı bu önerimi. Sonra romancı ayağa kalktı (kalkarak da beni gerdi ne yapacak diye), kameranın görüş alanından çıktı, köşedeki kahve makinesinden bir kahve aldı ve getirip bana verdi. Kimse konuşmadı bu sürede.


“Kafeinin bitmiştir senin” dedi, “hak ettin bunu.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder