“Siz inanmıyor musunuz bir değişim başlattığınıza?”
dedi Murat.
“Benim neye inandığım çok önemli değil” dedim. “Ama
bence dünya sürekli bir değişim içinde, hele de yirmi birinci yüzyılda. Ama
eğer bizim büyük bir dalga yaratıp yaratmadığımızı soruyorsanız, bence bir
dalgadan çok bir mağara, bir in yapıyoruz biz. Hayatın dalgaları arasında
sürüklenen, boğulan, kendi yolunu çizemeyenler için bu karmaşadan
kaçabilecekleri bir mağara gerekli. Kimsenin size dokunamayacağı, durup etrafı
dinleyebileceğimiz, olup biteni değerlendirebileceğimiz, hayatta çok ileri
gittiğimizde ruhumuz bize yetişsin diye bekleyebileceğimiz bir yer. Bu asla bir
cennet değil, yanlış anlamayın, bizim çiftlik bir Alamut kalesinden çok Hanımın
Çiftliği gibi, ondan emin olun.
Ama insanlara başka bir dünyanın mümkün olduğunu hatırlatmak
bile bugün başlı başına bir devrimdir. Şu anda kim düzende gerçek bir
değişiklik olacağına inanıyor. 19-20 yaşımıza girdiğimizde geleceğimizin çoktan
çizildiğini, önümüze seçenek diye sunulan şeylerin çoktan paket programlar
halinde hazırlandığını fark etmeye başlıyoruz. Güzel bir kariyer, sakin bir
kariyer, basamakları sıçraya sıçraya çıkan bir kariyer olanağı sunuluyor. Bir
yere girip 20 sene çalışabiliriz, ya da 1,5 senede bir şirket değiştirerek
sürekli yükselebiliriz. Ev alabiliriz, araba alabiliriz, evlenip çocuk
yapabiliriz. Hobi niyetine plak toplayabilir veya motosikletle gezebiliriz.
Elektronik aletlerde, oyunlarda, şarapta uzmanlaşabiliriz. Hatta on yılın
sonunda delirirsek bisiklete binip dünyayı gezebilir, okyanusta yelken
basabilir, Afrika’da yardım gönüllüsü olabiliriz, dünyayı gezebiliriz. Emekli
olunca bir kıyı kasabasına yerleşebilir, şarap üretebilir, organik tarım
yapabiliriz. Hepsi hazır paket programlar. Biz bu oyuna dâhil olmayacağız!
Çiftlik, modern ya da isterseniz post-modern hayatın sunduğu bir kaçamak fırsatı
olmayacak!”
“Nasıl olacak peki bu?” dedi Hakan abi. Benim gitgide
öfkelenen tavrıma şaşırıp sunucular yerine bu soruyu onlardan önce yapıştırdı.
“Biz niteliğe önem veriyoruz çünkü, liyakate önem
veriyoruz. Bizim çiftliğe gelebilmek için bizi ikna etmesi lazım bir insanın,
yalan mı Hakan abi? 499 Avro verip bir oda kiralayamaz. Hak etmesi lazım. Hak
ettiğine bizi inandırması lazım. Aday, talip olması lazım.
Bugün, cebinizde paranız varsa istediğiniz üzüm bağını
satın alırsınız. Kimse bu kadar iyi bir bağı işleyecek bilgin, deneyimin,
isteğin var mı diye sormaz. Yahut paranız varsa, dünyadaki en güzel gitarı alıp
‘Akdeniz Akşamları’nı çalabilirsiniz, hatta kötü bile çalabilirsiniz. Kimse
size bir şey diyemez. Oysa çiftlik sadece paranın geçtiği oyunun dışında
kalıyor. Her şeyin, yani zamanın, ürünlerin, bilginin, sanatın hatta
cinselliğin para birimi cinsinden ifade edildiği bir dünyada bizim çiftliğin
sadece varlığı bile alnınızın ortasında çıkan sivilcedir. Onunla
yaşayabilirsiniz, onu sıkabilirsiniz ama sıkmadan da yaşarsınız. Ama asla onu
yok sayamazsınız. Herkes onu veya ondan kalan kanlı izi alnınızın ortasında
görür. Aynaya bakmasanız bile başkalarının bakışlarından anlarsınız orada
olduğunu.
Ben çok konuştum, susayım mı artık?”
Altı kişinin tümü gülerek karşıladı bu önerimi. Sonra
romancı ayağa kalktı (kalkarak da beni gerdi ne yapacak diye), kameranın görüş
alanından çıktı, köşedeki kahve makinesinden bir kahve aldı ve getirip bana
verdi. Kimse konuşmadı bu sürede.
“Kafeinin bitmiştir senin” dedi, “hak ettin bunu.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder