* * *
Otobüs yolculuğu boyunca ben
“bayan yanı” 11 numaralı koltukta otursam da tam yanımdaki 10 numarada oturan
Uğur sürekli benimle konuşmaya çalıştı, bunu belirtmeden edemeyeceğim. Sürekli
konunun etrafında dolaşsa da günlük hakkında ne düşündüğümü öğrenmek için can
attığı çok belliydi. Ama Boğaz Köprüsünü geçinceye kadar günlüğe lafı
getirmedim, getirmesine de izin vermedim. Hakan abi de uzaklara baktı, hiç
yardımcı olmadı, bu da kayıtlara girsin lütfen.
Sonunda:
“Uğur” dedim, “okudum. Tüm günlüğü
okudum. Ama senin tam olarak neyi merak ettiğini anlayamadım hâlâ? Nedir,
mesele nedir? Neyi sormak istiyorsun?”
“Ya yok, genel olarak neler
düşündüğünü merak ettim.”
“Genel olarak şunu düşündüm, canlı
yayında seni rezil etmediğime değdi. Okuduklarımı genel olarak sevdim. Genel
olarak aydınlatıcı oldu.”
“İyi bari.”
Gebze’ye kadar konuşmadı. İstediği
cevabı alamamıştı. Ne Hakan abi gibi uzaklara daldı, ne yanımdaki kız gibi
kitap okudu, ne öndekiler gibi şoförün arabayı nasıl kullandığına odaklandı.
Kımıldayıp durdu yanımda; sırtını arkalığa iyice yasladı olmadı, öne kaykıldı
olmadı, bacak bacak üstüne attı olmadı… Sürekli bir kıpırtı, hiçbir yere iki
saniyeden fazla odaklanmayan gözler.
“Peki” dedi sonunda, “Bülent
korkmakta haksız mı sence?”
“Bence haksız. Haksız, çünkü artık
değiştiremeyeceği bir şey için panik oluyor. Diyelim ki gerçekten bir çılgınlık
başlattık ve çok yakında memlekette taşlar yerinden oynayacak. Kaos günleri
gelecek gerçekten diyelim. Bu durumda ‘vay biz ne yaptık?’ demenin ne faydası
olacak ki? Hem bizim yaptığımız yüz bin atlıyla bir şehre dalmak ve herkesi
öldürmek, yakıp yıkmak gibi bir şey değil ki, bir fikir atıyoruz ortaya.
Karşımızda milyonlarca insan var, hepsinin kendine göre aklı var, süte iki
kaşık maya çalıp yoğurt yapar gibi değiştirmiyoruz ki insanları! Kendi
kafalarıyla düşünüp, bizim dediklerimizi haklı bulurlarsa, bununla da
yetinmeyip hayatlarını değiştirmeye başlarlarsa, bu özgür iradeleri ile
yaptıkları bir seçim olur.”
“Ama…”
“Ama ne? Biz başlattık mı
diyeceksin? Onu geçeceksin anam babam, onu geçeceksin. Rahmetli anneannem ‘takma
akıldan akıl olsa sikimden kaval olurdu’ derdi. Sen en dersen de, insanlar
kabul ederse eder, etmezse etmez. Dediğim gibi, bir kimyasal tepkime değil ki
bu! Böyle bir eğilim görüyorsa, yeni bir ülke ve yeni düzen için çalışmaya
odaklanması lazım. Yaratılan eğilim nerelerden çürüyebilir, yozlaşabilir onu
düşünmesi falan lazım, ne bileyim?”
“Doğru diyorsun ama, ona
anlatamıyorum. Bana kalsa ben o kadar etkili olacağımızı da sanmıyorum kısa
vadede. Sultanhisar’dan gelince onunla sen de konuşur musun?”
“Kısa vadede derken? Yani
gerçekten bu çiftliğin ve felsefi araştırmaların gerçek bir sonucu olacağına
ama bunun daha uzun süreceğine mi inanıyorsun?”
“Evet?!” diye itiraf etti Uğur.
“Ah siz erkekler, daha ufağına
razı olmazsınız zaten. Âşık olduğunuzda o kızı dünyada başka hiç kimse sizin
gibi sevemez, futbol takımı kurduğunuzda mutlaka hedefiniz Barcelona olmaktır,
bir icat yapsanız dünyadaki en zengin adam olmak için yola çıkarsınız. Oysa
dünya, doğa, alem, adına ne dersen de bu kadar kolay teslim etmez kendisini.
Devasa bir dengedir o, o dengeyi bozmaya çalışmak ham bir hayaldir. Bazıları
dengenin bir parçası haline gelir, ama bunu becerenler de dengenin özüne dair
bir şeyler yakalamıştır genelde. Oysa biz kurulan her gün yeniden kurulan
dengeye direnmeye çalışıyoruz. Dünya her gün yeniden kuruluyor ve gitgide
hızlanıyor, biz de hızına ayak uyduramıyoruz. Belki, ama bak sadece belki
diyorum, belki o dengenin önüne geçersek bir şeyleri değiştiririz. Bunun için
de bir hayalimiz olmalı, henüz bir hayalimiz yok. Biz sadece o dev dengede
farklı bir tat, bir lezzet, bir kaçamak ihtimaliyiz. Özgünüz evet, ama evrenin
de çok umurundaydı özgünlüğümüz.”
Yol boyunca Uğur bir daha ağzını
açamadı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder