“Eğer bundan bahsetmezsen seni büyük sırra ortak
ederim” dedim son bir hamle yaparak.
Başka çarem yoktu, anlamalısınız. Ona bu belgeden
bahsetmek, elimde kalan son kozdu. Ben de öyle yaptım! Ne zaman yazmaya başladığımızı, içinde neler olduğunu, kimlerin yazdığını...
“Tamam” dedi, “seni ispiyonlamayacağım canlı yayında.
Ama sadece belgeyi okumak yetmez, bir sonraki bölümü de ben yazacağım!”
Kabul ettim.
* * *
İstanbul’a gidişimiz çok olaylı olmadı, ama stüdyoya
girdiğimiz andan itibaren gerginlikler birbirini kovaladı. Kafasında mikrofonlu
kulaklık olan adamdan elinde dosya tutan stajyer kızlara kadar herkes bize
komut verdi; oraya girmeyin, oradan geçmeyin, kablolara basmayın, beni takip
edin… Neyse ki konuk odasına ulaştığımızda biraz huzur bulabildik.
Ne içeceğimizi soran son stajyerden çay rica ettikten
beş dakika sonra kapıdan ünlü romancı “Kağan Kızıltepe” girdi.
“Merhaba” dedi, “ortalık kalabalıklaşmadan biraz
konuşmak istedim sizinle!”
“Canlı yayında yeni tanışmış gibi yapacağız yani?”
dedi Hakan abi. Şaşırmıştı ama şaka yaptığı her halinden belliydi.
“Yok, başka bir şey konuşmak istiyordum ben. Çiftliğe hâlâ
üye kabul ediyor musunuz?”
“Aslında, 97 üyemiz var ve 3 boş yatak demek bu da. Ama
süreç çok kolay ilerlemiyor. Oy birliği lazım yeni üyeler için, o yüzden
adayları ince eleyip sık dokuyoruz. Eğer,” diye durakladı Hakan abi, “siz
gelmek istiyorsanız sorun olabilir!”
“Neden?”
“İnsanlar bir sonraki romanınızda figüran veya konu olmak
istemeyebilir. Böyle şeyler yapacağınızdan korkacaklardır. Şimdi olmasa bile
belki 20 yıl sonra.”
“Bazılarımız” diye lafa girdi Burcu, “oraya kaçmak ve
saklanmak için gittik. Çiftliğe yani. Orada huzur bulmaya çalışan, kimseye
kendini göstermek istemeyen, bizimle bile pek az konuşan üyeler var. O yüzden
sizi kabul etmekte zorlanabiliriz.”
“Anladım” dedi romancımız üzgün bir sesle.
“Ama” dedi Hakan abi, “gerçekten istiyorsanız adınızı
tartışmaya açabiliriz.”
“Şu da var” dedim, “orası cidden bu dünyadan farklı.
Fiziksel olarak yorucu, uyaranı az, kimsenin sizin adınıza çalışmadığı bir
ortamdan bahsediyoruz. Yani bir odaya kapanıp yazarım, yemek zamanı yemekhaneye
inerim gibi hayaller çok gerçekçi olmaz.”
“Anlıyorum” dedi adamcağız yine.
“Belki de bizi ziyaret etmelisiniz, sadece siz değil,
üçünüz birden! Bir hapishane değil orası, bir köy. Gelin, çayımızı için,
insanlarla konuşun, sokaklarda yürüyün. Sonra yeniden konuşalım!”
Sorunu çözen, yapıcı öneri her zamanki gibi Hakan
abiden değil, Burcu’dan gelmişti bu sefer. Bir süre daha konuştuk makyajcılar
gelene kadar.
Sonra makyaj için üç kişi odaya doluştu, Burcu üç
kızla da hemen arkadaş oldu, makyaj tüyoları aldı ve karnımızdaki sancı gitgide
büyüdü – aslında hiçbirimiz canlı yayına çıkmak istemiyorduk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder