5 Kasım 2015 Perşembe

93

“Eğer bundan bahsetmezsen seni büyük sırra ortak ederim” dedim son bir hamle yaparak.

Başka çarem yoktu, anlamalısınız. Ona bu belgeden bahsetmek, elimde kalan son kozdu. Ben de öyle yaptım! Ne zaman yazmaya başladığımızı, içinde neler olduğunu, kimlerin yazdığını...

“Tamam” dedi, “seni ispiyonlamayacağım canlı yayında. Ama sadece belgeyi okumak yetmez, bir sonraki bölümü de ben yazacağım!”

Kabul ettim.

* * *

İstanbul’a gidişimiz çok olaylı olmadı, ama stüdyoya girdiğimiz andan itibaren gerginlikler birbirini kovaladı. Kafasında mikrofonlu kulaklık olan adamdan elinde dosya tutan stajyer kızlara kadar herkes bize komut verdi; oraya girmeyin, oradan geçmeyin, kablolara basmayın, beni takip edin… Neyse ki konuk odasına ulaştığımızda biraz huzur bulabildik.

Ne içeceğimizi soran son stajyerden çay rica ettikten beş dakika sonra kapıdan ünlü romancı “Kağan Kızıltepe” girdi.

“Merhaba” dedi, “ortalık kalabalıklaşmadan biraz konuşmak istedim sizinle!”

“Canlı yayında yeni tanışmış gibi yapacağız yani?” dedi Hakan abi. Şaşırmıştı ama şaka yaptığı her halinden belliydi.

“Yok, başka bir şey konuşmak istiyordum ben. Çiftliğe hâlâ üye kabul ediyor musunuz?”

“Aslında, 97 üyemiz var ve 3 boş yatak demek bu da. Ama süreç çok kolay ilerlemiyor. Oy birliği lazım yeni üyeler için, o yüzden adayları ince eleyip sık dokuyoruz. Eğer,” diye durakladı Hakan abi, “siz gelmek istiyorsanız sorun olabilir!”

“Neden?”

“İnsanlar bir sonraki romanınızda figüran veya konu olmak istemeyebilir. Böyle şeyler yapacağınızdan korkacaklardır. Şimdi olmasa bile belki 20 yıl sonra.”

“Bazılarımız” diye lafa girdi Burcu, “oraya kaçmak ve saklanmak için gittik. Çiftliğe yani. Orada huzur bulmaya çalışan, kimseye kendini göstermek istemeyen, bizimle bile pek az konuşan üyeler var. O yüzden sizi kabul etmekte zorlanabiliriz.”

“Anladım” dedi romancımız üzgün bir sesle.

“Ama” dedi Hakan abi, “gerçekten istiyorsanız adınızı tartışmaya açabiliriz.”

“Şu da var” dedim, “orası cidden bu dünyadan farklı. Fiziksel olarak yorucu, uyaranı az, kimsenin sizin adınıza çalışmadığı bir ortamdan bahsediyoruz. Yani bir odaya kapanıp yazarım, yemek zamanı yemekhaneye inerim gibi hayaller çok gerçekçi olmaz.”
“Anlıyorum” dedi adamcağız yine.

“Belki de bizi ziyaret etmelisiniz, sadece siz değil, üçünüz birden! Bir hapishane değil orası, bir köy. Gelin, çayımızı için, insanlarla konuşun, sokaklarda yürüyün. Sonra yeniden konuşalım!”

Sorunu çözen, yapıcı öneri her zamanki gibi Hakan abiden değil, Burcu’dan gelmişti bu sefer. Bir süre daha konuştuk makyajcılar gelene kadar.


Sonra makyaj için üç kişi odaya doluştu, Burcu üç kızla da hemen arkadaş oldu, makyaj tüyoları aldı ve karnımızdaki sancı gitgide büyüdü – aslında hiçbirimiz canlı yayına çıkmak istemiyorduk. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder