18 Kasım 2015 Çarşamba

103

BÖLÜM 10
“Aslında iyi birisin”
Anonim

Merhaba, ben Hakan. Az önce mutluluğun formülünü öğrendim, unutmadan yazayım dedim.

Televizyon çekiminden döndüğümüz akşam, önce Sevda’nın yanında aldım soluğu. Burcu gibi ben de öyle ya da böyle bir tepki görmek istiyordum, ama Sevda sanki sıradan bir günün akşamıymış gibi karşıladı beni. Ne gelip boynuma sarıldı, ne kendisini götürmediğim için sitem etti, ne “Bana ne getirdin?” diye sordu. Sadece sıcacık bir gülümseme. Yetmedi desem yalan olur.

Yorucu bir günün arkasından evine, karısına, koltuğuna kavuşan bir aile reisi edasıyla oturdum karşısına. Gözlerine bakmak bana yetiyordu ama biliyordum ki biraz uzun süre ve sevgiyle baksam geriliyordu; asla onu sevdiğim kadar sevemeyecek beni, biliyorum. Ona bakmak bana yetip artıyor, o ise duymak istiyor, dokunmak istiyor, söylemek istiyor. Birlikte sessizliği paylaşmayı ve sessizlik yüzünden gerilmemeyi becerene kadar ona evlenmeyi teklif etmese miydim diye hâlâ düşündüğüm oluyor bazen.

Ben anlatmaya, onu güldürmeye başlamadan o konuştu:

“Çok şey kaçırdın şuncacık zamanda, biliyor musun?” Yüzünde afacan bir keyif.

“Ne olmuş ben yokken?”

“Lütfiye abla yazmaya başladı.”

Bu gerçekten ciddi bir haberdi; Lütfiye ablanın grup terapimizden bu yana bir kelime yazmadığını çok iyi biliyordum; yazmaya değer bir cümlesi olmadığını söylüyordu hep şakayla karışık. Oysa bir seansta Hasan abi arkasında delil bırakmayı sevmediğini iddia etmişti ciddi ciddi, Lütfiye abla da bunu yalanlamamıştı. Hem yaşadığı işkenceler nedeniyle kafasında yaşamayı, gerçekten de arkasında yazılı bir iz bırakmamayı tercih ettiğini, hem de kendisini yazmaya “değer” bulmadığını düşünmüştüm bunca yıldır.

Bir cevap veremedim Sevda’ya, öyle sessizce kaldım, ağzım hafif aralık.

“Hadi kalk gidelim, kendisi anlatsın sana. Roninler de orada zaten.”

Ne karnın aç mı dedi, ne yorgun musun diye sordu. Beni neredeyse sürükleyerek odadan çıkardı ve yürümeye koyulduk.

“Ne yazıyor peki?” dedim binadan biraz uzaklaştığımızda.

“Göstermiyor ki!? Ama Berk ile sabaha kadar oturup konuşmuşlar dün gece. Sabah haberi Buket’ten alınca gidip göreyim dedim, yazmaya başlamıştı. Her soruya ‘sonra!’ diye cevap veriyor şimdilik. Yoruluncaya kadar yazacak herhalde. Hatta belki uyumuştur şimdi. Ama gidip bakalım yine de!”

Yol boyunca, neler yazdığını ve ne konuda konuştuğunu bilmediğimiz Lütfiye abladan değil, otobüs yolculuğundan bahsettik Sevda ile. Çok özlemiş yollarda olmayı, hatta keşke çiftlikte yaşamayıp göçer mi olsak bile dedi bana. Koluma girmişti yürürken, sağ kolu sol kolumda, sol eli sürekli kolumu okşuyordu. Kolum onun krallığına girmişken bırak göçebeliği, paralı askerliği bile önerse kabul ederdim.

Vardığımızda Lütfiye abla ateşin başında oturuyordu, meraklı kitleden geriye sadece Buket kalmıştı. Buket hipnotize olmuş gibi onu dinliyordu:

“İnsan” dedi Lütfiye abla yorgun ama ben-bu-işi-çözdüm diyen sesiyle, “en çok mutluluk istiyor bu devirde. Temel refah şartları sağlandı, sağlık birinci önceliğimiz değil, aç değiliz, her ailenin bir iki erkeği savaşta da değil. Artık tek istediğimiz mutluluk. Mutlu olmak için çabalıyor herkes. Ama mutluluk kendi kendine yaratabildiğin bir şey değildir, kendini mutlu etmeye çalışmak boş bir çaba. İnsan mutlu olamaz, mutlu eder. Mutluluk bir “oluş hali” değil, bir edim. Mutluluğu ancak başkaları için yaratabilirsin.”

Sonra bana döndü:

“Kafamda uçuşan fikirlerin izini kaybediyorum derdim ya Hakan? Sonuna varınca başını unutuyorum, duman gibi dağılıyor düşünceler derdim, hatırlıyor musun? Yazınca da tembelliğe alışıyorum diye korkardım.” Birden neşeyle sesi yükseldi:

“Berk’le dün konuşurken zincirin iki ucu da elimdeydi!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder