BÖLÜM 10
“Aslında iyi birisin”
Anonim
Merhaba, ben Hakan. Az önce
mutluluğun formülünü öğrendim, unutmadan yazayım dedim.
Televizyon çekiminden döndüğümüz
akşam, önce Sevda’nın yanında aldım soluğu. Burcu gibi ben de öyle ya da böyle
bir tepki görmek istiyordum, ama Sevda sanki sıradan bir günün akşamıymış gibi
karşıladı beni. Ne gelip boynuma sarıldı, ne kendisini götürmediğim için sitem
etti, ne “Bana ne getirdin?” diye sordu. Sadece sıcacık bir gülümseme. Yetmedi
desem yalan olur.
Yorucu bir günün arkasından evine,
karısına, koltuğuna kavuşan bir aile reisi edasıyla oturdum karşısına.
Gözlerine bakmak bana yetiyordu ama biliyordum ki biraz uzun süre ve sevgiyle
baksam geriliyordu; asla onu sevdiğim kadar sevemeyecek beni, biliyorum. Ona
bakmak bana yetip artıyor, o ise duymak istiyor, dokunmak istiyor, söylemek
istiyor. Birlikte sessizliği paylaşmayı ve sessizlik yüzünden gerilmemeyi
becerene kadar ona evlenmeyi teklif etmese miydim diye hâlâ düşündüğüm oluyor
bazen.
Ben anlatmaya, onu güldürmeye
başlamadan o konuştu:
“Çok şey kaçırdın şuncacık
zamanda, biliyor musun?” Yüzünde afacan bir keyif.
“Ne olmuş ben yokken?”
“Lütfiye abla yazmaya başladı.”
Bu gerçekten ciddi bir haberdi;
Lütfiye ablanın grup terapimizden bu yana bir kelime yazmadığını çok iyi
biliyordum; yazmaya değer bir cümlesi olmadığını söylüyordu hep şakayla
karışık. Oysa bir seansta Hasan abi arkasında delil bırakmayı sevmediğini iddia
etmişti ciddi ciddi, Lütfiye abla da bunu yalanlamamıştı. Hem yaşadığı
işkenceler nedeniyle kafasında yaşamayı, gerçekten de arkasında yazılı bir iz
bırakmamayı tercih ettiğini, hem de kendisini yazmaya “değer” bulmadığını
düşünmüştüm bunca yıldır.
Bir cevap veremedim Sevda’ya, öyle
sessizce kaldım, ağzım hafif aralık.
“Hadi kalk gidelim, kendisi
anlatsın sana. Roninler de orada zaten.”
Ne karnın aç mı dedi, ne yorgun
musun diye sordu. Beni neredeyse sürükleyerek odadan çıkardı ve yürümeye
koyulduk.
“Ne yazıyor peki?” dedim binadan
biraz uzaklaştığımızda.
“Göstermiyor ki!? Ama Berk ile
sabaha kadar oturup konuşmuşlar dün gece. Sabah haberi Buket’ten alınca gidip
göreyim dedim, yazmaya başlamıştı. Her soruya ‘sonra!’ diye cevap veriyor
şimdilik. Yoruluncaya kadar yazacak herhalde. Hatta belki uyumuştur şimdi. Ama
gidip bakalım yine de!”
Yol boyunca, neler yazdığını ve ne
konuda konuştuğunu bilmediğimiz Lütfiye abladan değil, otobüs yolculuğundan
bahsettik Sevda ile. Çok özlemiş yollarda olmayı, hatta keşke çiftlikte
yaşamayıp göçer mi olsak bile dedi bana. Koluma girmişti yürürken, sağ kolu sol
kolumda, sol eli sürekli kolumu okşuyordu. Kolum onun krallığına girmişken bırak
göçebeliği, paralı askerliği bile önerse kabul ederdim.
Vardığımızda Lütfiye abla ateşin
başında oturuyordu, meraklı kitleden geriye sadece Buket kalmıştı. Buket
hipnotize olmuş gibi onu dinliyordu:
“İnsan” dedi Lütfiye abla yorgun
ama ben-bu-işi-çözdüm diyen sesiyle, “en çok mutluluk istiyor bu devirde. Temel
refah şartları sağlandı, sağlık birinci önceliğimiz değil, aç değiliz, her
ailenin bir iki erkeği savaşta da değil. Artık tek istediğimiz mutluluk. Mutlu
olmak için çabalıyor herkes. Ama mutluluk kendi kendine yaratabildiğin bir şey
değildir, kendini mutlu etmeye çalışmak boş bir çaba. İnsan mutlu olamaz, mutlu
eder. Mutluluk bir “oluş hali” değil, bir edim. Mutluluğu ancak başkaları için
yaratabilirsin.”
Sonra bana döndü:
“Kafamda uçuşan fikirlerin izini
kaybediyorum derdim ya Hakan? Sonuna varınca başını unutuyorum, duman gibi
dağılıyor düşünceler derdim, hatırlıyor musun? Yazınca da tembelliğe alışıyorum
diye korkardım.” Birden neşeyle sesi yükseldi:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder