20 Kasım 2015 Cuma

105

“Aslında” dedi Lütfiye abla, “tüm bu felsefi konuşma ülkenin ahvaliyle ilgili konuşurken başladı. Berk kötülüğün kazandığını söyleyenlere inanmadığını, ama kötülüğün kazanırmış gibi göründüğünü söyledi. Ben de ‘iyilik tarihte hiçbir zaman kudretli olamadı, kötülük de kudreti asla elinde uzun süre tutamadı’ dedim. Kötülük asla hüküm süremez, galip gelemez dedim, çünkü buna inanıyorum. Benim çocukluğumdan bu yana sürekli olarak her şeyin kötüye gittiği söyleniyor, gençken inanırdım da buna. Sürekli bir değişim var, evet, ama kötüye gitmiyor her şey. Kötü adamlar bazen meydanları, devlet dairelerini, zenginlerin ihtişamlı odalarını, yönetim kurulu toplantı salonlarını, sarayları ele geçiriyor, bu doğru; ama ara sokaklar, küçük caddeler, tarlalar, evler, odalar aslında iyiliğin hükmü altında. Gündelik hayatta iyilik galip geliyor hep; anneler çocuklarını besliyor, çocuk oyuncağını arkadaşıyla paylaşıyor, oğlan kıza âşık oluyor, bakkal veresiye yazıyor, adamlar çalışıyor ve el sıkışıyor, yaşlı kadınların torbasını taşımasına yardım ediliyor. Sokaklardaki köpekler aç kalmıyor. Anlatabiliyor muyum? Küçük ellerin tümünü, tümünü olmasa da çoğunu iyilik kazanıyor. Hem çok büyük bir çoğunluğunu kazanıyor. Büyük koltukları ele geçiremiyor iyilik belki, ama o koltuğun altındaki kaideyi oluşturuyor ve sağlam tutuyor. Belki başka yol bilmediğinden, belki iyilik hamurunda olduğundan, belki iyiliği öğrendiğinden çoğu insan çoğu zaman doğru ve iyi seçeneği seçiyor.”

“İşte burada ben araya girdim Hakan abi” dedi Berk. “İyiliği toplum mu öğretiyor gerçekten diye sordum. Biliyor mu toplum iyinin ve kötünün ne olduğunu?”

“İyi ve kötü öğrenilen şeyler” dedi Lütfiye abla bir daha anlatırmış gibi, “doğada iyi ve kötü yoktur. İyi bir aslan gördünüz mü hiç?”

Herkes istediği gibi susunca, kaldığı yerden devam etti.

“İyilik ve kötülük bizimle birlikte var oldu. Doğada bir denge vardır, ama iyi ve kötü yoktur bence. Oysa iyi ve kötü insan icadı veya insanlığın mahsulü, burası biraz netameli bir konu. Ama biz varsak varlar, bizimle birlikte var oldular. Dinlere inansanız da inanmasanız da iyiliğin insanlar için, insanlarla birlikte var olduğunu inkâr edemezsiniz. Dünya, evren, kozmik düzen, adına ne derseniz deyin iyiyi ve kötüyü umursamaz. Ama umursadığı bir şey vardır, denge. Dengeler bozulursa bir şekilde yeniden denge sağlanır, çünkü varoluşun devamı için denge gereklidir. Canlı veya cansız her cisim var olmaya devam etmek ister; dış etkilere dayanır, mukavemet eder.”

“Yani o zaman aslında dengeyi değil, devamlılığı önemsiyor doğa?” dedim dayanamayarak.

“Devamlılığı, yaşayakalmayı. Hayatta kalmayı. Var olmayı. Adına ne dersen de. Doğa dengeyi bunun için bir araç olarak kullanır. Doğanın içinde yaşayan ama artık doğanın bir parçası olmayan insan da yaşayakalmak için denge sağlar; bilinçli olarak değil belki, ama neticede dinamik bir denge sağlar. Kötülüğü iyilikle dengeler, iyiliği de kötülükle. Mutlak kötülüğe de izin vermez, mutlak iyiliğe de.”

“Neden?” dedi Buket. “Neden mutlak iyiliğe izin vermiyor?”

“Çünkü mutlak iyilik durumunda ortada iyilik kalmaz. İyiliğin tanımlanabilmesi, var olması için kötülük gereklidir. Kötülük iyiliği var etmek, altını çizmek için zorunludur. Bu denge hem doğada hem de insanoğlunda var oldukça ütopyalar bir hayal olmaktan ileri gidemez. Ütopyanın gerçekleştiği gün her şey sıfırlansa, bir tane bile kötü kalmasa, bu sefer bu yeni ortam kendi kötülüklerini ortaya çıkarır. Aksi takdirde herkes iyi olursa yaşama enerjisini, hayata tutunma gücünü kaybeder insanoğlu, soyu tükenir.”

“Bu ispatlayabileceğin bir şey değil” dedi Berk.

“Şimdiye kadarki veriler bunu gösteriyor ama. Dünya sürekli bir dengeyi arama, bulma, kaybetme ve yeniden arama halinde. Koskoca bir cangıl bu dünya, ağaçları kesip, beton döküp, kaymak gibi bir zemin oluşturmayı isteyebilirsin, ama bunu başaramazsın. Senin beton dökme hızından daha hızlı kırar betonları kökler. Yahut teknolojin çok ilerler ve başarırsın, 6 ay sonra kuraklıktan ölürsün.”

“Yani burada ne kadar düşünürsek düşünelim yeterince iyi bir beton bulamayız diyorsunuz,” dedi Buket üzüntüyle, “ya da bulursak dünyanın sonunu getiririz?”

“Öyle kızım” dedi Lütfiye abla, “ama beton dökmemek gerektiğini bulmak da bir başlangıçtır. Bu savaşmayacağız, hayatımızı anlamlı kılmayacağız demek değil. Sadece onların, yani dışarıdakilerin betonuna başka bir betonla karşı koymamız yanlış olur. Buradan bir hayat görüşü, bir tutum çıkar belki, ama statik bir ideoloji çıkmaz. Çıkmamalı. Dünyayı, evreni, doğayı, insanlığı şekillendirmeye çalışmak, ona yapılabilecek en büyük kötülüktür.”

“Akışına da bırakamayız kendimizi ama, değil mi?”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder