“Aslında” dedi Lütfiye abla, “tüm
bu felsefi konuşma ülkenin ahvaliyle ilgili konuşurken başladı. Berk kötülüğün
kazandığını söyleyenlere inanmadığını, ama kötülüğün kazanırmış gibi
göründüğünü söyledi. Ben de ‘iyilik tarihte hiçbir zaman kudretli olamadı,
kötülük de kudreti asla elinde uzun süre tutamadı’ dedim. Kötülük asla hüküm
süremez, galip gelemez dedim, çünkü buna inanıyorum. Benim çocukluğumdan bu
yana sürekli olarak her şeyin kötüye gittiği söyleniyor, gençken inanırdım da
buna. Sürekli bir değişim var, evet, ama kötüye gitmiyor her şey. Kötü adamlar
bazen meydanları, devlet dairelerini, zenginlerin ihtişamlı odalarını, yönetim kurulu
toplantı salonlarını, sarayları ele geçiriyor, bu doğru; ama ara sokaklar,
küçük caddeler, tarlalar, evler, odalar aslında iyiliğin hükmü altında.
Gündelik hayatta iyilik galip geliyor hep; anneler çocuklarını besliyor, çocuk
oyuncağını arkadaşıyla paylaşıyor, oğlan kıza âşık oluyor, bakkal veresiye
yazıyor, adamlar çalışıyor ve el sıkışıyor, yaşlı kadınların torbasını
taşımasına yardım ediliyor. Sokaklardaki köpekler aç kalmıyor. Anlatabiliyor
muyum? Küçük ellerin tümünü, tümünü olmasa da çoğunu iyilik kazanıyor. Hem çok
büyük bir çoğunluğunu kazanıyor. Büyük koltukları ele geçiremiyor iyilik belki,
ama o koltuğun altındaki kaideyi oluşturuyor ve sağlam tutuyor. Belki başka yol
bilmediğinden, belki iyilik hamurunda olduğundan, belki iyiliği öğrendiğinden
çoğu insan çoğu zaman doğru ve iyi seçeneği seçiyor.”
“İşte burada ben araya girdim
Hakan abi” dedi Berk. “İyiliği toplum mu öğretiyor gerçekten diye sordum.
Biliyor mu toplum iyinin ve kötünün ne olduğunu?”
“İyi ve kötü öğrenilen şeyler”
dedi Lütfiye abla bir daha anlatırmış gibi, “doğada iyi ve kötü yoktur. İyi bir
aslan gördünüz mü hiç?”
Herkes istediği gibi susunca,
kaldığı yerden devam etti.
“İyilik ve kötülük bizimle
birlikte var oldu. Doğada bir denge vardır, ama iyi ve kötü yoktur bence. Oysa
iyi ve kötü insan icadı veya insanlığın mahsulü, burası biraz netameli bir
konu. Ama biz varsak varlar, bizimle birlikte var oldular. Dinlere inansanız da
inanmasanız da iyiliğin insanlar için, insanlarla birlikte var olduğunu inkâr
edemezsiniz. Dünya, evren, kozmik düzen, adına ne derseniz deyin iyiyi ve
kötüyü umursamaz. Ama umursadığı bir şey vardır, denge. Dengeler bozulursa bir
şekilde yeniden denge sağlanır, çünkü varoluşun devamı için denge gereklidir.
Canlı veya cansız her cisim var olmaya devam etmek ister; dış etkilere dayanır,
mukavemet eder.”
“Yani o zaman aslında dengeyi
değil, devamlılığı önemsiyor doğa?” dedim dayanamayarak.
“Devamlılığı, yaşayakalmayı.
Hayatta kalmayı. Var olmayı. Adına ne dersen de. Doğa dengeyi bunun için bir
araç olarak kullanır. Doğanın içinde yaşayan ama artık doğanın bir parçası
olmayan insan da yaşayakalmak için denge sağlar; bilinçli olarak değil belki,
ama neticede dinamik bir denge sağlar. Kötülüğü iyilikle dengeler, iyiliği de
kötülükle. Mutlak kötülüğe de izin vermez, mutlak iyiliğe de.”
“Neden?” dedi Buket. “Neden mutlak
iyiliğe izin vermiyor?”
“Çünkü mutlak iyilik durumunda ortada iyilik kalmaz. İyiliğin
tanımlanabilmesi, var olması için kötülük gereklidir. Kötülük iyiliği var
etmek, altını çizmek için zorunludur. Bu denge hem doğada hem de insanoğlunda
var oldukça ütopyalar bir hayal olmaktan ileri gidemez. Ütopyanın gerçekleştiği
gün her şey sıfırlansa, bir tane bile kötü kalmasa, bu sefer bu yeni ortam kendi
kötülüklerini ortaya çıkarır. Aksi takdirde herkes iyi olursa yaşama
enerjisini, hayata tutunma gücünü kaybeder insanoğlu, soyu tükenir.”
“Bu ispatlayabileceğin bir şey
değil” dedi Berk.
“Şimdiye kadarki veriler bunu
gösteriyor ama. Dünya sürekli bir dengeyi arama, bulma, kaybetme ve yeniden
arama halinde. Koskoca bir cangıl bu dünya, ağaçları kesip, beton döküp, kaymak
gibi bir zemin oluşturmayı isteyebilirsin, ama bunu başaramazsın. Senin beton
dökme hızından daha hızlı kırar betonları kökler. Yahut teknolojin çok ilerler
ve başarırsın, 6 ay sonra kuraklıktan ölürsün.”
“Yani burada ne kadar düşünürsek
düşünelim yeterince iyi bir beton bulamayız diyorsunuz,” dedi Buket üzüntüyle, “ya
da bulursak dünyanın sonunu getiririz?”
“Öyle kızım” dedi Lütfiye abla, “ama
beton dökmemek gerektiğini bulmak da bir başlangıçtır. Bu savaşmayacağız,
hayatımızı anlamlı kılmayacağız demek değil. Sadece onların, yani
dışarıdakilerin betonuna başka bir betonla karşı koymamız yanlış olur. Buradan
bir hayat görüşü, bir tutum çıkar belki, ama statik bir ideoloji çıkmaz.
Çıkmamalı. Dünyayı, evreni, doğayı, insanlığı şekillendirmeye çalışmak, ona
yapılabilecek en büyük kötülüktür.”
“Akışına da bırakamayız kendimizi
ama, değil mi?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder