Ben şahsen aradaki bu farkın
babalıktan ileri geldiğini düşünüyorum. Hakan abi baba 'gibi' davranıyor, evet,
ama çocuklara yardım etmekten yana. Ama Bahadır abi takma akıldan akıl
olmayacağını, çocukların kendilerinin öğrenmek zorunda olduğunu 'biliyor'.
Çocuklara takıldıklarında on kere yardım ederseniz, on birincide engeli aşmaya
çalışmayıp "babaaa!" diye sizi çağıracaklarını biliyor. Bunları
açıkça konuşmadık hiç, ama sanırım artık daha iyi bir gözlemci oldum ve teşhisi
kendim koydum.
Yol boyunca sürekli konuşmak istesem
de çenemi tutup Bahadır abiyi gözledim; araba kullanışını, halini, tavrını,
hareketlerini. Dikkatli bir sürücü olmasının yanı sıra boş konuşmayı da pek
sevmiyordu, açtık TRT FM'i dinledik. Neredeyse bir yıldır radyo dinlemediğim
için bana gayet ilginç geldi aralardaki konuşmalar, şarkılar, türküler ve haberler.
Radyonun normal yayınları hatırladığım gibiydi, ama haberler iyice
partizanlaşmıştı. İktidar "belirtiyor" ve "en güzel cevabı
veriyor", muhalefet "iddia ediyor"du; yarın iktidar değişse
roller aynı kalacak, sadece oyuncular değişecekti.
Bunları düşünürken Bahadır abi ilk
defa konuştu: "Bak yaklaşıyoruz" dedi, tabelaya göre Sultanhisar'a 12
km kalmıştı. Sultanhisar uzaktan göründüğünde Bahadır abi soldaki bir köy
yoluna saptı ve "Madem daha hava kararmadı, bizim tarlaları göstereyim sana"
dedi.
Eskihisar köyüne giden yol üzerinde
bir noktada durduk ve kenara çektik. Tarlalarda kimse kalmamıştı, o yüzden
kimseyle tanışamasak da ilk brifingimi orada aldım. Gözümüzün gördüğü neredeyse
tüm araziler çiftliğe aitti, Bahadır abiye göre küçük tarlalar birleştirilmiş
ve işleme açısından daha verimli hale getirilmişti. Hepsi düzenli biçimde
ekilmişti, şimdilik fıskiyelerle sulansa da seneye damla sulama sistemi
kurulacaktı. Mevsim nedeniyle çoğunda sebze vardı, ama sonbaharda buğday, kışın
da patates ekmeyi düşünüyorlardı. Eskihisar köylüleri seneye nadasa bırakmayı
planlıyordu arazilerin çoğunu, Bahadır abinin gazıyla ürün değiştirmeyi
denemeye ikna olmuşlardı; ama bu kadar işbirliği bizim izolasyona dayalı
çiftlik anlayışımıza nasıl uyacak bilmiyordum. Elbette bunu o anda söylemedim.
Bahadır abi mahsulü ve tarlaları gururla gösterirken bunu söylemek istemedim
doğrusu.
Yaklaşık on dakika konuştuktan sonra,
hava neredeyse tamamen kararmışken görebildiğim en uzak noktada, tarlaların
ortasında bir ışık yandı, sonra bir tane daha, sonra bir daha.
"Hadi," dedi Bahadır abi,
"bizim inşaat orası. Bizim tayfa orada güzel bir masa kuruyordu senin
için, hazırdır muhtemelen. Daha fazla bekletmeyelim."
Arabaya atlayıp binaların bulunduğu
alana doğru hareket ettik. Asfalttan çıkıp stabilize yola girdiğimizde uzaktan ancak
iki bina görülebiliyordu. Fakat içeri girince aslında birinin kabası bitmiş
dört bina olduğunu fark ettim, 3 katlı binanın kabası tamamlanmış, hatta zemin
katın pencereleri bile takılmıştı, diğer üç bina ise daha birinci katları
çıkmış haldeydi. Dört bina birbiriyle eşit gibi görünüyordu, ortasında kare
şeklinde bir avlu bırakılarak dört yana dört bina yapılmıştı. 80'li yılların filmlerindeki
inşaatlar gibi kolonların geleceği yerlerde demir filizleri görünüyor, binaların aralarında bir beton karıştırma
makinesi, bol miktarda kum ve çimento torbaları vardı. Bu yerleşkenin çevresi
tel örgü ile kapatılmış, bizim girdiğimiz Kuzey ucuna ve tam karşıdaki Güney
ucuna daha sonra kapı yapılacak birer boşluk bırakılmıştı. Avlunun ortasında
muhtemelen havuz yapılacak bir çukur görünüyordu. Çukurun etrafında da bir sürü
insan, çıplak ampullerle aydınlatılmış masalarda oturmuş bize bakıyor ve
gülümsüyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder