Ben, daha doğrusu çiftliğe gelmeden
önceki ben, sıkıntılı bir adamdım. Milletin tezlerini yazıyor, kendi yazdığım hikâye
ve romanları bir türlü bitiremiyor, ailesinin yanında kalan bir adam için ancak
cep harçlığı olacak kadar para kazanıyordum. Ailem bana neden ve nasıl bu kadar
uzun süre sabretti bilmiyorum, ama bir an önce 'iyileşip' maaşlı, sigortalı bir
işe girmezsem yakında ikisinden birinin yüreğine ineceğinden eminim – onlara en
azından bunu borçluyum. Osman abiye bunları anlattığımda "annem ve baban
için yaşayamazsın, ama onlara rağmen yaşamak da mümkün değil" demişti
bana. Vakfın İstanbul'da bir iletişim ofisi açmayı ve başka hayır işleriyle
ilgilenmeyi planladığını, istersem orada çalışabileceğimi söyledi. O hazır
olduğunda ben de hazır olursam bunu yapabiliriz diye umuyorum, bu haberi de
annemle babama yaş günümde vermeyi planlıyorum.
Gelelim Sultanhisar'a. Aydın'da
otobüsten indiğimde Doblo'suyla Bahadır Abi karşıladı beni. Neredeyse akşam
olmuştu, ama yine de o gün gündüz gözüyle çiftliği görmeyi ümit ettiğimi
söyledim Bahadır Abi'ye.
"Göremezsin," dedi gülerek.
"Neden?"
"Yani görürsün de sizdeki gibi
bir yer göremezsin. Bizim tarlalar köylülerin tarlalarıyla yan yana, öyle arada
tel örgüler falan yok. Şimdilik binalardan da bitmediği için bir kısmımız
orada, bir kısmımız burada kalıyor. Ama biz de sevmiyoruz bu durumu. Yine de
sana tarlaları gösteririm. Sonra hep beraber bir şeyler yeriz, daha sonra da
bizim evde kalırsın."
"Abi hiç zahmet olmasın size, ben
..."
"Sen zaten sürekli bizde
kalmayacaksın, merak etme. Ama bugün yol yorgunusun, yarın düşünürüz uygun bir
çözüm. Çiftlik ahalisinin bir kısmı inşaat halindeki binaların orada kamp
kurdu, seni de oradaki pis bekârların
yanına atarız. Uyku tulumun yoksa buluruz bir tane!"
Bu çözüm benim de hoşuma gitmişti.
Aydın'ın bereketli topraklarını seyrederek ilerlerken açık havada yatmanın
hayalini kuruyordum, çünkü burada hava çok sıcaktı ve betonarme binalarda
kavrulmaktansa yerde ve açık havada uyumayı yeğlerdim. Yol boyunca Bahadır abi dağdan
inen yaban domuzlarından, yerde gezen akreplerden, ne olduğunu hiç bilmediğim
kulağakaçan'lardan bahsederek eğlendi benimle (hiçbirine inanmadım ama hepsinin
doğru olduğunu öğrendim sonraki günlerde).
Onu ilk tanıdığımdan itibaren Bahadır
abinin buradaki Hakan abi olduğundan pek emindim. Ama kendi doğal ortamında
gördüğümde onun çok farklı biri olduğunu fark ettim; Hakan Abi'den en az on yaş
büyük (gerçek yaşını hiç sormadım), çok neşeli ve güçlü bir karısı ve iki kızı var.
Hakan Abi gibi onun da sakalı var ama kısa ve bakımlı. Gövdesi çok daha geniş ve
heybetli. Birazcık göbeği var ama hareketli yaşantısına engel olacak kadar
değil. Elleri kocaman, çok uzun zamandır elleriyle çalıştığını belli ediyor.
Saçları kısacık.
Ama esas farkları kişiliklerinden
kaynaklanıyor diyebilirim. Hakan abi herkese yardım etmek, işlerin yürümesini
sağlamak için çabalar sürekli, heyecanlıdır ve heyecanını bize bulaştırmayı bilir,
insanlara soğuk davranarak cool
olanlardan değildir, ona ve bildiklerine ve yaptıklarına ve hoşgörüsüne ve herkesi
ciddiye almasına ve neşesine ve sükûnetini korumasına hayran olduğunuz için cool biri olarak görürsünüz onu. Ama
Bahadır abi daha farklı biçimde hallediyor işleri; burada doğal bir lider olarak
saygı görse de asla işlerini nasıl yapacaklarını söylemiyor insanlara. Hatta mümkün
olduğu sürece ne yapacaklarını da söylemiyor. Sizi özgür bırakıyor ve öğrenmeye
mecbur bırakıyor. Başınız sıkışınca gelip sorunu sizin için çözmüyor, sizin
çözmeniz için sadece manevi destek veriyor. Kendi işine bakıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder