Bülent iki elinde birer çayla odaya
girdiğinde Burcu ayaktaydı:
"Yahu sen yarın yola gideceksin,
ben seni burada böyle oyalıyorum. Kusura bakma. Gideyim ben."
"Olur mu hiç," dedi Bülent,
"zaten ben de biraz heyecanlıyım. Demin bir saat cüzdanımı aradım
bulamadım, kim bilir nerede. Otur, biraz konuşalım, beni de sakinleştir."
Burcu yeniden iskemleye, Bülent de
yatağın üzerine oturdular.
"Eee," dedi Bülent,
"anlat bakalım. Senin hikâyen nedir? Moderatör olmadan önce ne
yapıyordun?"
Burcu sırıttı:
"Televizyoncuydum desem inanacak
mısın?"
"Yok, inanmam."
"Evet, değildim zaten. Fırınım
vardı. Özel ekmekler, poğaçalar, kurabiyeler falan yapıyordum."
"Ne alaka? İçindeki doğal
moderatörlük nereden çıktı?"
"Bilmem. Tertipli, düzenli,
planlı biriydim ben. Çok sermayem olmadığından az stok tutabiliyordum, o yüzden
de çok iyi hesaplamam gerekiyordu her şeyi. Elemanım yoktu, ekmek hamurunu ben
bölerdim, tüm ekmekler eşit olsun diye çok uğraşırdım." Durdu.
"Moderatörlüğüme niye taktınız siz böyle?"
"Değiştirme konuyu," diye
dalga geçti Bülent. "Bir fırıncı neden delirir, onu anlat bana!"
"Delirmedim ben be ya, çocukluk
hayalimi gerçekleştirince bir boşluğa düştüm sadece. O fırını canavar gibi
işlettim, şube açmam için bir sürü teklif geliyordu sağdan soldan. Ben de
bununla uğraşamayacağımı düşündüğüm için fırını nasıl yönettiğimle ilgili bir
akış şeması yaptım geceleri oturup. 3 ay sonunda senin bile eline aldığında
benim fırını işletmeni sağlayabilecek bir proses şeması, bir talimatname
hazırladım. Senin bile diyorum, kızma, çünkü bence senin bu konuda deneyimin
yok. Haksız mıyım?" Bülent başıyla onay verince devam etti. "Ondan
sonra bana şube aç diyenlere siz açın dedim, 5 bin TL de isim hakkı aldım.
Hammadde alımını da kendim yaptım, şubelere çok düşük kârla sattım. Ankara'nın
en ünlü fırıncısı oldum. Sonra kendi fırınımı da bir işletmeciye devrettim,
babam şirketin başına geçti, ben de buraya geldim."
"Hah, tam da onu soruyorum,
fırını devredip buraya niye geldin?"
"Sen ne meraklı şeysin ya? Hakan
abin sormadı bu kadar."
"Çayın yanında iyi gider dedim.
İstemiyorsan anlatma elbette."
"Anlatmayacağım elbette. Ama genel
bir cevap vereyim şu çaya teşekkür olarak; amacımı kaybettim. Hayatının bir
amacı vardır ya insanın, o amacı şans eseri başarınca ne yapacağını bilemezsin.
Fırıncılık sektöründe büyüyebilirdim, ürün yelpazesini genişletebilirdim falan
filan ama bunlar bence başarı değil hırs olur ancak. Benim derdim çok para
kazanmak değil, başarmaktı. O kadar yani. Boşluğa düşünce bir psikolog ile
görüşmeye başladım, birkaç hastası buraya gelmiş. O önerdi. Ben de bir
süreliğine geldim. Kendimi dinliyorum."
"Tüh yahu, ben de bir aşk hikâyesi
bekledim. Buradakilerin çoğu aşk ateşiyle yanıp geliyorlar. Bazısı birine,
bazısı bir fikre âşık oluyor."
"İşte şimdi kişisel alanıma giriyorsun.
Bunu sevmiyorum."
"Özür dilerim. Niyetim kötü
değildi."
"Biliyorum, kızmadım sana.
Kızdığımda Uğur'a söylediğim gibi insanların yüzüne söylerim zart diye. Sana
kızmıyorum. Kızamıyorum. Çocuksu bir yanın var. Şimdi sıra sende, anlat bakalım
dışarı çıkma fikri seni niye heyecanlandırıyor? Korkuyor musun?"
"Korku denemez, ama alıştığım bir
yerden, bir yaşama biçiminden ayrılmak huzursuz ediyor beni. Buraya gelirken
çok pis korkmuştum bak, çünkü kafamdaki sesi bastırmak için sürekli bir ses
bulurdum çevremde, gece radyo açık uyurdum mesela. Ama buraya geldim, buraya
alıştım. Şimdi tekrar dışarı çıkmak biraz heyecanlandırıyor beni. Buradan çıkacağım,
minibüsle Pamukova merkeze gideceğim, para vereceğim, para üstü alacağım, otobüse
binip bir sürü manzara seyredeceğim. Bursa otogarda inip Aydın otobüsüne
bineceğim. Birkaç saat de olsa normal biri olacağım. Bunu özlemiş olmaktan
dolayı nefret ediyorum kendimden, topluma uymak isteyen içimdeki korkaktan
nefret ediyorum. Ama yeni insanlar tanımak, yeni bir çiftlik görmek de
eğlenceli olacak elbette. Burada yarım bıraktığım işlere takılacak aklım,
Uğur'u kim dizginleyecek diye düşünüyorum bir yandan da. Karmakarışık aklım
kısacası, ama genel olarak mutlu ve heyecanlıyım!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder