BÖLÜM 7
"Hayatım, ciddiye alınmasını istediğim
bir oyundu."
Oğuz Atay
Eğer bu çiftlikte gazete alınmıyor
olsaydı sanırım tekrar yazmak aklıma bile gelmezdi, ama ne yazık ki o köşe
yazısını gördüm ben de herkes gibi. Az evvel uyandığımda aklımda sadece listeyi
tamamlamak vardı, ondan sonra da Bahadır Abi'den izin isteyip Pamukova'ya
dönebileceğimi düşünüyordum. Neden buraya geldiğimi bile anlamakta güçlük
çekiyorum, buranın ahalisinin her açıdan bizden daha iyi durumda olduğunu
itiraf etmek hoşuma gitmiyor ama en azından her çiftliğin bizimki gibi birer
tımarhane olmayacağını görmek hoşuma gitti. Ziraat Mühendisi veya ekoloji
meraklısı herkes; uzun zamandır tarımla ilgili çalıştıkları ve bir süredir
birlikte yaşadıkları için sorunsuz biçimde işlerini yürütüyorlar. Bilinçli bir
tercihle bir araya gelmişler, bizim gibi kendilerini sürgünde hissetmiyorlar,
burayı son sığınak olarak görmüyorlar.
Henüz çiftlik arazisindeki evlerin
inşaatı tamamlanmadığından Eskihisar Köyünde kiralanan evlerde kalıyor aileler
şimdilik, biz bekârlar ise çiftliğin kabası bitmiş merkez binasında uyku
tulumlarında kalıyoruz. Sabah uyandığımda kapının önünde her zamankinden farklı
bir kaynaşma vardı; yufka ekmeği yapılmasına rağmen Eskihisar'dan gelecek
ekmekleri ve gazeteleri bekleyen benim gibi şehirlilerin her zamanki
gürültüsünden çok daha fazlası uyandırdı beni. Buranın sıcağından dolayı ancak
gece 2 gibi dalabilmiştim dün gece uykuya, sabahın yedisinde uyanmaya hiç de
niyetli değildim aslında. Ancak kapının önündeki heyecanlı konuşmalar birden
durunca uykum açılıverdi; yavaş yavaş artan gürültüye alışabiliyor insan, ama
birden sessizlik olunca şaşırıyor. İçine girmeden üzerinde yattığım uyku tulumu
üzerinde doğrulduğumda Bahadır Abinin sesi duyuluyordu sadece, konuşma yapmayıp
bir yazıyı okuduğunu anladığımda kapıya ulaşmıştım.
Kapının önüne çıktığımda Bahadır Abi
durdu ve bana baktı. Onun ardından da çevresine toplanan neredeyse otuz kırk
kişinin gözleri üzerime çevriliverdi. Bir kabahat işlemiş gibi utandım birden,
ama Bahadır Abi "Gel sen de dinle!" deyince kalabalığa karışıverdim. Elinde
katlanmış bir gazete, okumaya devam etti. Belki öğleden sonra Sultanhisar'daki
internet cafeye gidip o köşe yazısının tam metnini buraya alırım, ama bir
cümleyle bize giydiriyordu adam. Uğur ben gittikten sonra bir blog açılması konusunda
Hakan Abiyi ikna etmiş, blog daha ilk haftadan on binden fazla hit almıştı.
Blogdaki bir yazıya sinirlenen yazar bize karşı çok ağır ithamlarda bulunup
dalga geçmişti, mektuplardaki "hayatımızı değiştirmek için bize ne
önerebilirsiniz?" sorularına verilen cevapların hiç hoşuna gitmediği aşikârdı.
Dinleyiciler arasında yazıdaki
beceriksizce yapılmış aşağılamaları, mantıksızlıkları hatta safsataları, ithamları
ve kötü sözleri dinleyip de sinirlenmeyen, hatta gülümseyen tek kişiydim; çünkü
adamın kızdığı cümleler Uğur'un devrim için çizdiği yolun ilk adımlarıydı! Uğur
muhtemelen beklediğinden çok daha çabuk ve hızlı bir tepki almıştı, hem de
doğrudan basına yansımasını sağlamıştı fikirlerinin. Hâlâ yüzümden silinmeyen
gülümsemeye bakarak, bu günlüğe ilk satırları yazdığım zamanki kadar
korkmadığımı fark ediyorum şimdi olup biteceklerden; bu kadar çabuk yozlaşacağını,
ayağa düşeceğini, ağızlara sakız olacağını beklemiyordum ben devrim
düşüncesinin. Sanırım yanılmışım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder