"Gençlikte heyecan iyidir…"
"Aman da aman, laflara bak!
Babaannem gibi konuşmalara bak. Sanki benden çok büyüksün de."
"Sen," dedi Burcu, "kaç
yaşındasın?"
"27."
"Ben neredeyse 35 olacağım
yakında. Yani senden büyüğüm."
"Hiç bilmiyordum, çok daha genç
gözüküyorsun. Benden küçük olduğunu söylesen inanırdım, buna inanmak daha
zor."
"Teşekkür ederim. Öyle derler
genelde. Sevdiğim işi yaptığım için yaşlanmıyorum diyordum eskiden, şimdi bir
yıldır kaz ayakları falan görüyorum gözümün çevresinde." Bunları söylerken
gülümsüyor olmasa yüzündeki çizgilerden endişelendiği düşünülebilirdi.
"Yok yok, gayet genç
görünüyorsun. Hiç takma sen kazı ördeği!"
Birbirlerine gülümseyerek çaylarından
birer yudum aldılar. Birbirini çok iyi tanımayan kişilerin sessizlik
karşısındaki huzursuzluğu onlarda yok gibiydi.
"Evet ya," dedi Bülent
birden bire. "Cüzdanı nereye koyduğumu hatırladım."
Burcu artık gülümsemeyi bırakmış
açıkça gülüyordu.
"Nereye koymuşsun bakalım?"
"Çantayı açar açmaz ilk onu attım
içine, lazım olacak diye!" İkisi de gülüyordu artık.
* * *
Kulübenin önünde, her zamanki yerde bir ateş yanıyordu.
Sırf bu amaçla kazılmış olan çukurun dibinde uzun zamandır toprak görünmüyordu,
kül ve kömür parçalarıyla kaplı zeminin üzerine dizilmiş dişbudak ve kayın
dalları büyükçe bir ateşi besliyordu. Çukurun çevresine dizilmiş kocaman taşlar
artık kararmış olduğundan alevlerin bütün aydınlığını reddedip dışarı yollar
gibiydi. Dumansız, çıtırtısız, hipnotize edici bir ateş yakmak çiftlik
ahalisinin üzerinde uzun zaman çalıştığı bir konuydu. Zannedildiğinin aksine
erkekler değil Lütfiye başarabiliyordu bunu. Ateşin altına koyduğu dalların,
samanların, çıraların miktarını ustaca ayarlıyor, duman çıkmadan alev
almalarını ve üstteki odunların yanmasını sağlıyordu. Çok kuru dallar çıtırdadığından
ve yaş dallar duman verdiğinden doğru odunları ateşe koymak çok önemliydi - yaz
başında bunu becermek ancak böylesi bir ustanın işiydi.
Hakan ve Lütfiye ateşi seyrederek
otururken pek konuşmadılar. Hem köyü hem de kulübeyi gören tepede Roninler de
bir ateş yakmış, iki tarafı da seyredip ateşli bir biçimde konuşuyorlardı.
Demin ateşi yakarken yarattıkları duman Hakan'ın burnuna kadar gelmiş olsa da
sesleri ulaşmıyordu kulübeye kadar, ateşin aydınlattığı gövdelerin oturup
kalkmasından, kolların hareketlerinden anlaşılıyordu konuşmanın harareti.
Hakan neden sonra konuştu:
"Özür dilerim."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder