7 Ağustos 2012 Salı

75


"Gençlikte heyecan iyidir…"

"Aman da aman, laflara bak! Babaannem gibi konuşmalara bak. Sanki benden çok büyüksün de."

"Sen," dedi Burcu, "kaç yaşındasın?"

"27."

"Ben neredeyse 35 olacağım yakında. Yani senden büyüğüm."

"Hiç bilmiyordum, çok daha genç gözüküyorsun. Benden küçük olduğunu söylesen inanırdım, buna inanmak daha zor."

"Teşekkür ederim. Öyle derler genelde. Sevdiğim işi yaptığım için yaşlanmıyorum diyordum eskiden, şimdi bir yıldır kaz ayakları falan görüyorum gözümün çevresinde." Bunları söylerken gülümsüyor olmasa yüzündeki çizgilerden endişelendiği düşünülebilirdi.

"Yok yok, gayet genç görünüyorsun. Hiç takma sen kazı ördeği!"

Birbirlerine gülümseyerek çaylarından birer yudum aldılar. Birbirini çok iyi tanımayan kişilerin sessizlik karşısındaki huzursuzluğu onlarda yok gibiydi.

"Evet ya," dedi Bülent birden bire. "Cüzdanı nereye koyduğumu hatırladım."

Burcu artık gülümsemeyi bırakmış açıkça gülüyordu.

"Nereye koymuşsun bakalım?"

"Çantayı açar açmaz ilk onu attım içine, lazım olacak diye!" İkisi de gülüyordu artık.


* * *

 Kulübenin önünde, her zamanki yerde bir ateş yanıyordu. Sırf bu amaçla kazılmış olan çukurun dibinde uzun zamandır toprak görünmüyordu, kül ve kömür parçalarıyla kaplı zeminin üzerine dizilmiş dişbudak ve kayın dalları büyükçe bir ateşi besliyordu. Çukurun çevresine dizilmiş kocaman taşlar artık kararmış olduğundan alevlerin bütün aydınlığını reddedip dışarı yollar gibiydi. Dumansız, çıtırtısız, hipnotize edici bir ateş yakmak çiftlik ahalisinin üzerinde uzun zaman çalıştığı bir konuydu. Zannedildiğinin aksine erkekler değil Lütfiye başarabiliyordu bunu. Ateşin altına koyduğu dalların, samanların, çıraların miktarını ustaca ayarlıyor, duman çıkmadan alev almalarını ve üstteki odunların yanmasını sağlıyordu. Çok kuru dallar çıtırdadığından ve yaş dallar duman verdiğinden doğru odunları ateşe koymak çok önemliydi - yaz başında bunu becermek ancak böylesi bir ustanın işiydi.

Hakan ve Lütfiye ateşi seyrederek otururken pek konuşmadılar. Hem köyü hem de kulübeyi gören tepede Roninler de bir ateş yakmış, iki tarafı da seyredip ateşli bir biçimde konuşuyorlardı. Demin ateşi yakarken yarattıkları duman Hakan'ın burnuna kadar gelmiş olsa da sesleri ulaşmıyordu kulübeye kadar, ateşin aydınlattığı gövdelerin oturup kalkmasından, kolların hareketlerinden anlaşılıyordu konuşmanın harareti.

Hakan neden sonra konuştu:

"Özür dilerim."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder