Yürümeye başladıkları anda Uğur önce
bir çevreyi kontrol etti, sonra heyecanının izin verdiği ölçüde kısık sesle
konuşmaya başladı:
“Esas sorun ne biliyor musun,” cevap
beklemeyen bir soru olduğu için Bülent hiç cevap vermeye çalışmadı Uğur’a,
“insanların kendi kendisini mahvetmesini sağlamak. Onların acı çekmesini
sağlayamazsın tek başına, Amerikan başkanı bile olsan yapamazsın. Oysa ben
hepsinin dayanılmaz acılar çekmesini istiyorum. Bunun için insanları bölüp
parçalamak lazım, birbirlerine düşmelerini sağlamak. Kaos yaratmak. Eğer bu
kaosun sonrasında dünya yüz yıl, beş yüz yıl geriye gidecekse gitsin. Yok
kaosun sonunda bir devrim olacaksa ve daha iyi bir düzen kurulacaksa ona da
razıyım.”
“İyiymiş,” dedi Bülent karşısındakini
pek de ciddiye almayan bir sesle. Uğur bu sözdeki imayı sezmemiş gibi devam
etti:
“O yüzden devrimcilerin şimdiye
kadarki bütün toplantı tutanaklarını okuyorum bir aydır. Benim ihtiyacım ümit
vadedecek bir devrim hareketi başlatmak. Başarıya ulaşmasa bile küçük dağları
yıkıp büyük dağları titretecek bir devrim. İnsanlar gönülden katılmalı, benimsemeli.
Nüfusun en az dörtte biri, hatta üçte biri dâhil olmalı; anlatabiliyor
muyum?"
Bülent hala heyecanlanmamıştı.
“Şimdi diyeceksin ki bir devrim
ortamı, bir devrim talebi yok. İnsanlar bir kıvılcım beklemiyorlar. Bence
bekliyorlar, bunu sen de biliyorsun! Bir sürü insan mutsuz, ama elleri kolları
bağlı hissediyorlar kendilerini. Devlet tepelerinde, ekonomik sistem
tepelerinde, borçları ellerini kollarını bağlıyor. Mortgage sisteminin yaygın
olduğu hangi ülkede devrim yapılabilmiş? Bizde daha yaygın değil, ona güveniyorum
ben. İnsanlar öncelikle borçlarından kurtulmalı, sonra birlikte ne kadar güçlü
olduklarını fark etmeli. O zaman hayattan istedikleri şeyler için harekete
geçeceklerdir. Onları harekete geçirecek bir hayal sunmak lazım bu aşamada, bir
ideoloji olmasa da bir dünya görüşü hazır olmalı elimizde. İnsanlar harekete
geçtiğinde düzenin gönüllü savunucuları ile devrimciler birbirine girecek önce
gerginlik, sonra provokasyonlar ve ardından iç savaş.”
“Çok karışık anlatıyorsun,” dedi Bülent.
Hiçbir şey anlamamış gibi bakıyordu.
“Tamam," dedi Uğur sabırla, “daha
somut anlatayım. Şu anda kimse düzeni değiştirebileceğine inanmıyor değil
mi?"
“Evet.”
“O zaman onlara tek başlarına düzeni
değiştiremeyeceklerini, ama birlik olduklarında ellerinde büyük bir güç
olduğunu göstereceğiz, ispatlayacağız. Çok barışçı bir biçimde, sakince,
altında bir devrim komplosu yokmuş gibi. Burada Alev’in yöntemi devreye
girecek, insanların birlikte bir şey yapmasını sağlayacağız. Meydana inmekten, protesto
etmekten, yakıp yıkmaktan korkuyor insanlar; onlardan bunu istemeyeceğiz. Bir
şeyi yapmalarını değil, bir şeyi yapmamalarını isteyeceğiz.”
“Örneğin? Bir firmayı falan protesto
mu ettireceksin insanlara?”
“Yok, o zaman projenin bu ayağı
başarılı olsa bile Başbakan çıkar, ‘servet düşmanları, provokatörler’ falan
deyip milletin içine kuşku tohumları akar. Almanyanın birliğini kurduktan sonra
yaptığını yapacağız."
“Ordu kurup Fransa’ya mı saldıracağız?”
“O çok daha sonra,” diye düzeltti
arkadaşını Uğur. “En başta halkı tasarrufa yönlendirdiler, sömürgeleri
olmadığından sermaye birikimini bu şekilde sağladılar. Biz de önce bir kampanya
ile insanları özgürleşmek için tasarrufa yönlendireceğiz. Maaşınızın %10’unu
saklayın, harcamayın diyeceğiz. Asgari ücretliler için %5 de olabilir. Başbakan
bir tasarruf kampanyasına karşı çıkamaz, ‘Gidin paranızı harcayın’ diyemez
açıkça. Ama bütün sistem ona dayanıyor aslında. Ekonomi tartışanlara sordum,
halkın bir kısmının eline geçen paranın %10’unu harcamaması durumunda başta
ekonomik göstergeler iyiye gider, sonra da durgunluk patlak verebilir dediler,
elbette bunun için halkın ciddi bir kısmını bir süre buna uymaya ikna edebilmek
lazım.”
“Bunu yaparsan hem borçlarından
kurtulacaklar, hem de güçlerini fark edecekler, öyle mi?”
“Evet.”
“Yeni çıkan telefonları almayacaklar,
arabalarını yenilemeyecekler, ellerinde para biraz birikince onu çatır çatır
yemeyecekler, öyle mi?”
“Onu nasıl sağlayacağımı bulduğum anda
kıvılcımı çaktım demektir. Biliyorsun bir tek kıvılcım Tahrir Meydanında yüzbinlerce
insanı toplayabiliyor.”
“Ama,” dedi Bülent, “o dalganın
başlaması için bir adamcağız kendini yakmıştı.”
“Kendimi yakmamın işe yarayacağını
bilsem yakardım, ama bu ülkede öylesi bir eylem geçici cinnet olarak yaftalanır
ve 3 gün sonra unutulur. Bize gereken ortalığı titretecek, çok ses getirecek
bir röportaj. İlki gibi olacak, ama artık bizi daha fazla ciddiye alacaklar.
Çiftliğin bir model olduğunu, burada huzurlu olduğumuzu anlatacağız,
dışarıdakilere bir alternatifleri olduğunu hissettireceğiz. Sonra da 'bir
mesajınız var mı?' dediklerinde 'daha özgür olmak istiyorsanız tasarruf edin'
diyeceğiz. İhtiyaçlarınızı yeniden tanımlayın bile demeyeceğiz. Tasarruf
kampanyası başlatacağız!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder