22 Temmuz 2012 Pazar

70


Yürümeye başladıkları anda Uğur önce bir çevreyi kontrol etti, sonra heyecanının izin verdiği ölçüde kısık sesle konuşmaya başladı:

“Esas sorun ne biliyor musun,” cevap beklemeyen bir soru olduğu için Bülent hiç cevap vermeye çalışmadı Uğur’a, “insanların kendi kendisini mahvetmesini sağlamak. Onların acı çekmesini sağlayamazsın tek başına, Amerikan başkanı bile olsan yapamazsın. Oysa ben hepsinin dayanılmaz acılar çekmesini istiyorum. Bunun için insanları bölüp parçalamak lazım, birbirlerine düşmelerini sağlamak. Kaos yaratmak. Eğer bu kaosun sonrasında dünya yüz yıl, beş yüz yıl geriye gidecekse gitsin. Yok kaosun sonunda bir devrim olacaksa ve daha iyi bir düzen kurulacaksa ona da razıyım.”

“İyiymiş,” dedi Bülent karşısındakini pek de ciddiye almayan bir sesle. Uğur bu sözdeki imayı sezmemiş gibi devam etti:

“O yüzden devrimcilerin şimdiye kadarki bütün toplantı tutanaklarını okuyorum bir aydır. Benim ihtiyacım ümit vadedecek bir devrim hareketi başlatmak. Başarıya ulaşmasa bile küçük dağları yıkıp büyük dağları titretecek bir devrim. İnsanlar gönülden katılmalı, benimsemeli. Nüfusun en az dörtte biri, hatta üçte biri dâhil olmalı; anlatabiliyor muyum?"

Bülent hala heyecanlanmamıştı.

“Şimdi diyeceksin ki bir devrim ortamı, bir devrim talebi yok. İnsanlar bir kıvılcım beklemiyorlar. Bence bekliyorlar, bunu sen de biliyorsun! Bir sürü insan mutsuz, ama elleri kolları bağlı hissediyorlar kendilerini. Devlet tepelerinde, ekonomik sistem tepelerinde, borçları ellerini kollarını bağlıyor. Mortgage sisteminin yaygın olduğu hangi ülkede devrim yapılabilmiş? Bizde daha yaygın değil, ona güveniyorum ben. İnsanlar öncelikle borçlarından kurtulmalı, sonra birlikte ne kadar güçlü olduklarını fark etmeli. O zaman hayattan istedikleri şeyler için harekete geçeceklerdir. Onları harekete geçirecek bir hayal sunmak lazım bu aşamada, bir ideoloji olmasa da bir dünya görüşü hazır olmalı elimizde. İnsanlar harekete geçtiğinde düzenin gönüllü savunucuları ile devrimciler birbirine girecek önce gerginlik, sonra provokasyonlar ve ardından iç savaş.”

“Çok karışık anlatıyorsun,” dedi Bülent. Hiçbir şey anlamamış gibi bakıyordu.

“Tamam," dedi Uğur sabırla, “daha somut anlatayım. Şu anda kimse düzeni değiştirebileceğine inanmıyor değil mi?"

“Evet.”

“O zaman onlara tek başlarına düzeni değiştiremeyeceklerini, ama birlik olduklarında ellerinde büyük bir güç olduğunu göstereceğiz, ispatlayacağız. Çok barışçı bir biçimde, sakince, altında bir devrim komplosu yokmuş gibi. Burada Alev’in yöntemi devreye girecek, insanların birlikte bir şey yapmasını sağlayacağız. Meydana inmekten, protesto etmekten, yakıp yıkmaktan korkuyor insanlar; onlardan bunu istemeyeceğiz. Bir şeyi yapmalarını değil, bir şeyi yapmamalarını isteyeceğiz.”

“Örneğin? Bir firmayı falan protesto mu ettireceksin insanlara?”

“Yok, o zaman projenin bu ayağı başarılı olsa bile Başbakan çıkar, ‘servet düşmanları, provokatörler’ falan deyip milletin içine kuşku tohumları akar. Almanyanın birliğini kurduktan sonra yaptığını yapacağız."

“Ordu kurup Fransa’ya mı saldıracağız?”

“O çok daha sonra,” diye düzeltti arkadaşını Uğur. “En başta halkı tasarrufa yönlendirdiler, sömürgeleri olmadığından sermaye birikimini bu şekilde sağladılar. Biz de önce bir kampanya ile insanları özgürleşmek için tasarrufa yönlendireceğiz. Maaşınızın %10’unu saklayın, harcamayın diyeceğiz. Asgari ücretliler için %5 de olabilir. Başbakan bir tasarruf kampanyasına karşı çıkamaz, ‘Gidin paranızı harcayın’ diyemez açıkça. Ama bütün sistem ona dayanıyor aslında. Ekonomi tartışanlara sordum, halkın bir kısmının eline geçen paranın %10’unu harcamaması durumunda başta ekonomik göstergeler iyiye gider, sonra da durgunluk patlak verebilir dediler, elbette bunun için halkın ciddi bir kısmını bir süre buna uymaya ikna edebilmek lazım.”

“Bunu yaparsan hem borçlarından kurtulacaklar, hem de güçlerini fark edecekler, öyle mi?”

“Evet.”

“Yeni çıkan telefonları almayacaklar, arabalarını yenilemeyecekler, ellerinde para biraz birikince onu çatır çatır yemeyecekler, öyle mi?”

“Onu nasıl sağlayacağımı bulduğum anda kıvılcımı çaktım demektir. Biliyorsun bir tek kıvılcım Tahrir Meydanında yüzbinlerce insanı toplayabiliyor.”

“Ama,” dedi Bülent, “o dalganın başlaması için bir adamcağız kendini yakmıştı.”

“Kendimi yakmamın işe yarayacağını bilsem yakardım, ama bu ülkede öylesi bir eylem geçici cinnet olarak yaftalanır ve 3 gün sonra unutulur. Bize gereken ortalığı titretecek, çok ses getirecek bir röportaj. İlki gibi olacak, ama artık bizi daha fazla ciddiye alacaklar. Çiftliğin bir model olduğunu, burada huzurlu olduğumuzu anlatacağız, dışarıdakilere bir alternatifleri olduğunu hissettireceğiz. Sonra da 'bir mesajınız var mı?' dediklerinde 'daha özgür olmak istiyorsanız tasarruf edin' diyeceğiz. İhtiyaçlarınızı yeniden tanımlayın bile demeyeceğiz. Tasarruf kampanyası başlatacağız!"


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder