9 Temmuz 2012 Pazartesi

65


Akın, ister yemek-korunak-altyapı hizmetleri olsun, ister dil ve bilinç olsun, kendi talep etmediğimiz şeyleri bize zorla veren, hatta dayatan topluma karşı bir borcumuz olmadığında ısrarcıydı. İnsanlar belirli bir olgunluğa ulaştıktan sonra hâlâ düzenle bağlı olmak isterse o zaman elbette topluma karşı borçları olacağını söyledi, örneğin şehir merkezinde güzel bir evde oturmak isteyen elbette düzen içinde çalışmak ve para kazanmak, uyum sağlamak zorundaydı. Ancak kendi başına kalmak istiyorsa topluma olan bütün borcu çöp vergisi ve elektrik ile su faturalarıyla sınırlı olmalıydı. Ne düzeni korumakla, ne güvenliği sağlamakla, ne de uyumlu olmakla görevliydi.

Hasan bu noktada bir soru sordu; eğer bu kişinin içinde bulunduğu ülke bir felaket yaşarsa bu kişi ne yapacaktı? Mesela kuraklık veya savaş gibi bir durumda diğerleriyle birlikte hareket etmez miydi?

Akın bunun tamamen kişiye bırakılması gerektiğini söyledi, ister sadece kendi topraklarını savunur, isterse diğerleriyle birlikte hareket ederdi. Ama birlikte hareket etme konusunda ahlaki bir yükümlülüğü yoktu.

Hasan bunun ahlaki bir sorumluluk olduğunda ısrar etti. Dışarıdakiler açken bir ambar dolusu buğdayı varsa ve “topluma borcum yok” diyerek bunları paylaşmazsa bunun yanlış olacağını söyledi.

Zeynep söze girerek bir ambar dolusu buğdayı aç türdaşlarıyla paylaşmayan insanın cimrilik yapmış olacağını ama ahlaki yükümlülüğün topluma karşı değil türdaşlarına karşı olduğunu söyledi. Hasan ‘türdaşlar’ ile ‘türdaşlardan oluşan toplum’ arasında nasıl bir fark olduğunu sorunca Zeynep toplumun ayrı bir sistem olduğunu söyledi. Elbette insanlardan oluşuyordu ama o insanların toplamından farklı bir şeydi. ‘Nasıl farklı?’ sorusuna yanıt vermekte zorlanınca ben devreye girdim.

“Toplum” dedim, “bir grup insanın birlikte yaşamasından, hatta birlikte hareket etmesinden daha fazlasıdır. Toplumun insanlar tarafından belirlenmiş kendi kuralları vardır elbette, ama daha ilginci toplum bir ‘canlı’ gibi davranır. Bir iradesi, istekleri, kaprisleri vardır. Ona boyun eğersin. İçinde doğduğun için onu sorgulanamaz, değiştirilemez, birlikte yaşamaya zorunlu olduğun bir düzen gibi algılarsın. Anne gibidir."

Hasan ise toplumun diğer insanların kurduğu bir düzenden fazlası olmadığında ısrarcıydı. Esas sorunun bir insanın diğer bir insana karşı ne gibi bir sorumluluğu olduğunu belirlemek olduğunu düşünüyordu. Belki de ahlakın temelini sorgulamak için insanın diğer insanlara ve içinde yaşadığı doğaya karşı olan sorumluluklarını incelemek gerekiyor dedi. "Bir insan diğerini öldürmemelidir, çünkü..." dedi Hasan, "gerisini siz tamamlayın hadi! İşin içine Tanrı'yı sokmadığında bu çok da kolay değil. Ben diğer insanları seviyorum, ama bu sevgimin doğasını anlayamıyorum. Diğer insanları neden seviyorum ben? İçgüdü mü, çoğalma ve korunma isteği mi bu? Hayatta kalmamın onlara bağlı olmasından mı? Benden kuvvetsiz birini öldürürsem bir gün benden kuvvetli biri de beni öldürür diye mi?"

Muammer hayatta kalma içgüdüsünün çok kuvvetli olduğunu, ancak bugün bizim diğer insanlar hakkındaki hislerimizin öğretilmiş olduğunu söyledi. Bize atalarımız tarafından karmaşık bir duygunun öğretildiğini, bu duyguyu analiz etmenin çok zor olduğunu anlattı; ilk bir araya gelen insan topluluklarının çok daha bağımsız, birlikte yaşamaya bilinçli olarak karar vermiş insanlardan oluştuğunu, bizim ise başka türlüsünü hayal bile edemeyecek kadar uzun süredir birlikte yaşayan insanların çocukları olduğumuzdan bahsetti. Şu anda birlikte yaşayan 100 kişi olarak iradeye dayalı bir toplum kurduğumuzu, ana üzerinde yaşadığımız ülkenin toplumuyla olan bağlantılarımızın bu kadar basit olmadığını söyledi.

Ben yine araya girerek tartışmayı teorik bir zemine çekmeye çalıştım. Bugünkü toplumun bize öğrettiklerini bir kenara bırakıp iki insanın ilişkisini anlamaya çalışalım dedim. Birbirlerine zarar vermeleri akıllıca olmazdı, çünkü karşılarında kendileri gibi akıllı bir rakip vardı ve hayatta kalmaları gerekiyordu. Birlikte hareket ederlerse kendilerini korumaları daha kolaydı, bunların hepsini kabul ettim. Ama insanın ‘insan’ olmak için başkalarına ihtiyaç duymasının daha temel bir mesele olduğunu söyledim. İlkel insan ne olduğunu anlamak için de diğerlerine ihtiyaç duyuyordu. Ayrı bir varlık olarak kimliğinin oluşması için başka insanlara ihtiyacı vardı. Yani sadece fiziksel değil, aynı zamanda düşünsel olarak da diğerleri onun için gerekli ve bu yüzden de önemliydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder