Akın, ister yemek-korunak-altyapı
hizmetleri olsun, ister dil ve bilinç olsun, kendi talep etmediğimiz şeyleri
bize zorla veren, hatta dayatan topluma karşı bir borcumuz olmadığında ısrarcıydı.
İnsanlar belirli bir olgunluğa ulaştıktan sonra hâlâ düzenle bağlı olmak
isterse o zaman elbette topluma karşı borçları olacağını söyledi, örneğin şehir
merkezinde güzel bir evde oturmak isteyen elbette düzen içinde çalışmak ve para
kazanmak, uyum sağlamak zorundaydı. Ancak kendi başına kalmak istiyorsa topluma
olan bütün borcu çöp vergisi ve elektrik ile su faturalarıyla sınırlı
olmalıydı. Ne düzeni korumakla, ne güvenliği sağlamakla, ne de uyumlu olmakla
görevliydi.
Hasan bu noktada bir soru sordu; eğer
bu kişinin içinde bulunduğu ülke bir felaket yaşarsa bu kişi ne yapacaktı?
Mesela kuraklık veya savaş gibi bir durumda diğerleriyle birlikte hareket etmez
miydi?
Akın bunun tamamen kişiye bırakılması
gerektiğini söyledi, ister sadece kendi topraklarını savunur, isterse
diğerleriyle birlikte hareket ederdi. Ama birlikte hareket etme konusunda
ahlaki bir yükümlülüğü yoktu.
Hasan bunun ahlaki bir sorumluluk
olduğunda ısrar etti. Dışarıdakiler açken bir ambar dolusu buğdayı varsa ve
“topluma borcum yok” diyerek bunları paylaşmazsa bunun yanlış olacağını
söyledi.
Zeynep söze girerek bir ambar dolusu
buğdayı aç türdaşlarıyla paylaşmayan insanın cimrilik yapmış olacağını ama ahlaki
yükümlülüğün topluma karşı değil türdaşlarına karşı olduğunu söyledi. Hasan ‘türdaşlar’
ile ‘türdaşlardan oluşan toplum’ arasında nasıl bir fark olduğunu sorunca
Zeynep toplumun ayrı bir sistem olduğunu söyledi. Elbette insanlardan
oluşuyordu ama o insanların toplamından farklı bir şeydi. ‘Nasıl farklı?’
sorusuna yanıt vermekte zorlanınca ben devreye girdim.
“Toplum” dedim, “bir grup insanın
birlikte yaşamasından, hatta birlikte hareket etmesinden daha fazlasıdır.
Toplumun insanlar tarafından belirlenmiş kendi kuralları vardır elbette, ama
daha ilginci toplum bir ‘canlı’ gibi davranır. Bir iradesi, istekleri,
kaprisleri vardır. Ona boyun eğersin. İçinde doğduğun için onu sorgulanamaz,
değiştirilemez, birlikte yaşamaya zorunlu olduğun bir düzen gibi algılarsın.
Anne gibidir."
Hasan ise toplumun diğer insanların
kurduğu bir düzenden fazlası olmadığında ısrarcıydı. Esas sorunun bir insanın
diğer bir insana karşı ne gibi bir sorumluluğu olduğunu belirlemek olduğunu
düşünüyordu. Belki de ahlakın temelini sorgulamak için insanın diğer insanlara
ve içinde yaşadığı doğaya karşı olan sorumluluklarını incelemek gerekiyor dedi.
"Bir insan diğerini öldürmemelidir, çünkü..." dedi Hasan,
"gerisini siz tamamlayın hadi! İşin içine Tanrı'yı sokmadığında bu çok da
kolay değil. Ben diğer insanları seviyorum, ama bu sevgimin doğasını
anlayamıyorum. Diğer insanları neden seviyorum ben? İçgüdü mü, çoğalma ve korunma
isteği mi bu? Hayatta kalmamın onlara bağlı olmasından mı? Benden kuvvetsiz
birini öldürürsem bir gün benden kuvvetli biri de beni öldürür diye mi?"
Muammer hayatta kalma içgüdüsünün çok
kuvvetli olduğunu, ancak bugün bizim diğer insanlar hakkındaki hislerimizin öğretilmiş
olduğunu söyledi. Bize atalarımız tarafından karmaşık bir duygunun öğretildiğini,
bu duyguyu analiz etmenin çok zor olduğunu anlattı; ilk bir araya gelen insan
topluluklarının çok daha bağımsız, birlikte yaşamaya bilinçli olarak karar
vermiş insanlardan oluştuğunu, bizim ise başka türlüsünü hayal bile edemeyecek
kadar uzun süredir birlikte yaşayan insanların çocukları olduğumuzdan bahsetti.
Şu anda birlikte yaşayan 100 kişi olarak iradeye dayalı bir toplum kurduğumuzu,
ana üzerinde yaşadığımız ülkenin toplumuyla olan bağlantılarımızın bu kadar
basit olmadığını söyledi.
Ben yine araya girerek tartışmayı
teorik bir zemine çekmeye çalıştım. Bugünkü toplumun bize öğrettiklerini bir
kenara bırakıp iki insanın ilişkisini anlamaya çalışalım dedim. Birbirlerine
zarar vermeleri akıllıca olmazdı, çünkü karşılarında kendileri gibi akıllı bir
rakip vardı ve hayatta kalmaları gerekiyordu. Birlikte hareket ederlerse
kendilerini korumaları daha kolaydı, bunların hepsini kabul ettim. Ama insanın ‘insan’
olmak için başkalarına ihtiyaç duymasının daha temel bir mesele olduğunu
söyledim. İlkel insan ne olduğunu anlamak için de diğerlerine ihtiyaç duyuyordu.
Ayrı bir varlık olarak kimliğinin oluşması için başka insanlara ihtiyacı vardı.
Yani sadece fiziksel değil, aynı zamanda düşünsel olarak da diğerleri onun için
gerekli ve bu yüzden de önemliydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder