Bülent benim ahali içinde en çok umut
bağladığım kişidir, ne yalan söyleyeyim. Eğilim tasarımı ve yönetimi okuduğu
için, çoğumuzun aksine insanlardan henüz umudu kesmediği için, zeki olduğu için…
Eğer bir gün bu ülkede yerli bir devrim yapılacaksa onun sayesinde o devrimi
daha başlangıcında tespit edebileceğimi, hatta belki de kafamı
netleştirebilirsem o devrimin ilk tohumlarını burada atabileceğimi umuyordum;
ama bu çekingen, neredeyse korkak yanını hiç öngörmemiştim. Oysa öngörmem
gerekirdi, çiftlik ahalisi temelde iki tip insandan oluşur çünkü; dışa vuran öfkeliler
ve içine atan endişeli, gergin ve umutsuzlar. İlk grup her fırsatta öfkesini
ifade eder ve böylece bir şeyleri değiştirmeye çalışır, henüz umudunu
kaybetmemiştir. İkinci grup ise kendi kafasının içinde yenildiğine kanaat
getirmiştir, çelebiliğinin nedeni yenilmiş olduğunu bilmenin verdiği rahatlıktır.
Onları hep iyi insanlar olarak düşünürüz, iyiliklerinin tek nedeni size
bulaşmaya ve sizi değiştirmeye çabalamaya mecallerinin olmayışıdır. Yüzlerinde
anlamlı görünen bir gülümseme ile sizi yargılamadan dinlerler, size destek
olurlar ama içlerinden “ne yaparsan yap senin de sonun aynı olacak" derler;
bir ayağı çukurda olan yaşlıların çocuklarla konuşurken ölümden bahsetmemesi
gibi onlar da size tatlı tatlı masallar anlatırlar.
Ben ise, iki yıl kadar önce verdiğim o
mülakatın aksine, artık buranın kendi halinde bir çiftlik, bir fildişi kule
değil bir nüve, bir model olmasını istiyorum. Burada kendi canımızı acıtmak
pahasına kendi ruhlarımızda yaptığımız sondajların bir sonucu olsun, dışarıdaki
insanlara bir faydamız olsun istiyorum. Türkiye’deki o büyük, sağlam,
güvenilir, sabırlı, hoşgörülü kalabalıklar kendi gücünü fark edebilsin ve
kullanabilsin istiyorum. Devrimcilik dediğin şeyin deli bozuk, kafası karışmış,
canı yanmış bir avuç tedhişçinin gizli kapaklı faaliyetleriyle kısıtlı kalmamasını
istiyorum, her bireyin birer devrimci olabileceğini görmesini istiyorum. Ancak
devrim dediğimde ortalığı kasıp kavuran, yakıp döken bir fırtınadan çok sürekli
esen ve yaşıyor olmanın içimize koyduğu acıyı hafifleten bir meltem hayal
ediyorum. İnsanların içindeki öfkeye değil de bilinçli hareketlerine dayalı bir
devrim, yıkan değil inşa eden bir devrim. Köylüleri mahsulünü yakıp eylem
koymaya değil kooperatif kurmaya yönlendirebilecek, işçilerin sendikalaşması
için elinden gelen her şeyi yapacak ve yepyeni bir sendika düzeni kurabilecek
bir devrim. Bir kişi bir yaralansa, bir gösterici bile cop yese, bir vitrinin
camı bile patlasa “biz ne yapıyoruz yahu, buna değmez!” deyip durup düşünecek
bir devrim.
Bunun yolu da, bence, yüzlerce yıldır
iddia edildiğinin aksine örgütlü küçük kitleler yaratmaktan, güç kullanmaktan,
iktidarı ele geçirmekten, kalabalıkları manipüle etmekten değil her bir bireyi
bilinçlendirmekten geliyor. Kapitalizmin en büyük yalanı olan "sen bir
makinenin ikame edilebilir herhangi bir parçasısın” yalanının karşısına “Sen
eşsiz bir kar tanesisin ama yeryüzünü karla kaplamak için senden milyonlarcası
gerekir" gibisinden bir doğruyla çıkmak gerekiyor. Her bir insanın
içindeki gücün kendi tahmininden çok daha fazla olduğunu, ama bu güçlerin ancak
birleştiğinde önündeki tüm engelleri yıkabileceğini onlara ispatlamak
gerekiyor. O yüzden buradayım, o yüzden bu çiftliği önemsiyorum, o yüzden
Bülent’i yeniden umutlandırmak, Uğur’un nefretini yönlendirmek için oturup bunları
yazıyorum. Oysa Bahadır muhtemelen bütün çiftliği bu sabah iki kere gezdi ve
artık yanına gidip sorusuna bir cevap vermemi bekliyor: Onunla birlikte Aydın’a
gidip kuruluş aşamasında onlara yardım edebilir miyim?
Fatsalıların tek isteği yalnız kalmak
ve mümkün olduğunca huzur bulmak iken Aydın’dakilerin büyük hayalleri var ve
biz gibi heterojen bir grup olduklarından ilk günlerde çiftliği nasıl
yönetecekleri konusunda endişeliler. Onlarla gitmeli miyiz, Sevda benimle
gelmek ister mi, ben olmadan burada işleri kim yürütebilir, benim yerime güvenilir
bir vekil gönderebilir miyim? Kafam dün geceden beri bu sorularla meşgul.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder