27 Mayıs 2012 Pazar

35


Bülent benim ahali içinde en çok umut bağladığım kişidir, ne yalan söyleyeyim. Eğilim tasarımı ve yönetimi okuduğu için, çoğumuzun aksine insanlardan henüz umudu kesmediği için, zeki olduğu için… Eğer bir gün bu ülkede yerli bir devrim yapılacaksa onun sayesinde o devrimi daha başlangıcında tespit edebileceğimi, hatta belki de kafamı netleştirebilirsem o devrimin ilk tohumlarını burada atabileceğimi umuyordum; ama bu çekingen, neredeyse korkak yanını hiç öngörmemiştim. Oysa öngörmem gerekirdi, çiftlik ahalisi temelde iki tip insandan oluşur çünkü; dışa vuran öfkeliler ve içine atan endişeli, gergin ve umutsuzlar. İlk grup her fırsatta öfkesini ifade eder ve böylece bir şeyleri değiştirmeye çalışır, henüz umudunu kaybetmemiştir. İkinci grup ise kendi kafasının içinde yenildiğine kanaat getirmiştir, çelebiliğinin nedeni yenilmiş olduğunu bilmenin verdiği rahatlıktır. Onları hep iyi insanlar olarak düşünürüz, iyiliklerinin tek nedeni size bulaşmaya ve sizi değiştirmeye çabalamaya mecallerinin olmayışıdır. Yüzlerinde anlamlı görünen bir gülümseme ile sizi yargılamadan dinlerler, size destek olurlar ama içlerinden “ne yaparsan yap senin de sonun aynı olacak" derler; bir ayağı çukurda olan yaşlıların çocuklarla konuşurken ölümden bahsetmemesi gibi onlar da size tatlı tatlı masallar anlatırlar.

Ben ise, iki yıl kadar önce verdiğim o mülakatın aksine, artık buranın kendi halinde bir çiftlik, bir fildişi kule değil bir nüve, bir model olmasını istiyorum. Burada kendi canımızı acıtmak pahasına kendi ruhlarımızda yaptığımız sondajların bir sonucu olsun, dışarıdaki insanlara bir faydamız olsun istiyorum. Türkiye’deki o büyük, sağlam, güvenilir, sabırlı, hoşgörülü kalabalıklar kendi gücünü fark edebilsin ve kullanabilsin istiyorum. Devrimcilik dediğin şeyin deli bozuk, kafası karışmış, canı yanmış bir avuç tedhişçinin gizli kapaklı faaliyetleriyle kısıtlı kalmamasını istiyorum, her bireyin birer devrimci olabileceğini görmesini istiyorum. Ancak devrim dediğimde ortalığı kasıp kavuran, yakıp döken bir fırtınadan çok sürekli esen ve yaşıyor olmanın içimize koyduğu acıyı hafifleten bir meltem hayal ediyorum. İnsanların içindeki öfkeye değil de bilinçli hareketlerine dayalı bir devrim, yıkan değil inşa eden bir devrim. Köylüleri mahsulünü yakıp eylem koymaya değil kooperatif kurmaya yönlendirebilecek, işçilerin sendikalaşması için elinden gelen her şeyi yapacak ve yepyeni bir sendika düzeni kurabilecek bir devrim. Bir kişi bir yaralansa, bir gösterici bile cop yese, bir vitrinin camı bile patlasa “biz ne yapıyoruz yahu, buna değmez!” deyip durup düşünecek bir devrim.

Bunun yolu da, bence, yüzlerce yıldır iddia edildiğinin aksine örgütlü küçük kitleler yaratmaktan, güç kullanmaktan, iktidarı ele geçirmekten, kalabalıkları manipüle etmekten değil her bir bireyi bilinçlendirmekten geliyor. Kapitalizmin en büyük yalanı olan "sen bir makinenin ikame edilebilir herhangi bir parçasısın” yalanının karşısına “Sen eşsiz bir kar tanesisin ama yeryüzünü karla kaplamak için senden milyonlarcası gerekir" gibisinden bir doğruyla çıkmak gerekiyor. Her bir insanın içindeki gücün kendi tahmininden çok daha fazla olduğunu, ama bu güçlerin ancak birleştiğinde önündeki tüm engelleri yıkabileceğini onlara ispatlamak gerekiyor. O yüzden buradayım, o yüzden bu çiftliği önemsiyorum, o yüzden Bülent’i yeniden umutlandırmak, Uğur’un nefretini yönlendirmek için oturup bunları yazıyorum. Oysa Bahadır muhtemelen bütün çiftliği bu sabah iki kere gezdi ve artık yanına gidip sorusuna bir cevap vermemi bekliyor: Onunla birlikte Aydın’a gidip kuruluş aşamasında onlara yardım edebilir miyim?

Fatsalıların tek isteği yalnız kalmak ve mümkün olduğunca huzur bulmak iken Aydın’dakilerin büyük hayalleri var ve biz gibi heterojen bir grup olduklarından ilk günlerde çiftliği nasıl yönetecekleri konusunda endişeliler. Onlarla gitmeli miyiz, Sevda benimle gelmek ister mi, ben olmadan burada işleri kim yürütebilir, benim yerime güvenilir bir vekil gönderebilir miyim? Kafam dün geceden beri bu sorularla meşgul.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder