16 Mayıs 2012 Çarşamba

32


Lütfiye Abla ciddi bir sigara tiryakisiydi ve ikinci günün gecesinde sigarasız kalmıştı, sabah olduğunda gayet gergin ve sinirli görünüyordu. Alışverişe gitme görevini ele aldığım için arabayla yola çıkmamdan önce doğrudan yanıma geldi ve "Bana da bir karton sigara getirir misin?" dedi. Bunu duyan Hasan Abi:

“Hayır,” dedi, “getiremez.”

Hepimiz durup kalmıştık. Neden olduğunu sormak zorunda kaldım:

“Çok basit,” dedi Hasan Abi ders verir gibi bir edayla, “elindeki o para kamptaki ihtiyaçlarımız için ayrılmış bir bütçe. Kişisel istekler, kaprisler, lüksler için harcanamaz.”

Uzun zamandır, belki bir senedir grup terapisinde ve terapi sonralarında çay içerken süren bir teorik tartışma bir anda kanlı canlı biçimde karşımızdaydı. Kampın (o zamanlarda nedense kamp demekte ısrar ediyorduk) daha üçüncü gününün sabahıydı ve neyi nasıl çözeceğimizi hiç bilmeyen acemilerdik. Kampa gelmeden önce belirlediğimiz iki kuralcık vardı o zaman; kendi ihtiyaçlarımızı karşılayana kadar vakfın bize ayırdığı küçük bütçemizi verimli biçimde harcayacaktık ve her şeye oybirliği ile karar verecektik.

“Bu bir lüks veya kapris olsa haklı olabilirdin.” Dedi Lütfiye Abla. “Ama bu merete gerçekten ihtiyacım var! Sabahtan beri kafamı toplayamıyorum, başım ağrıyor, çok gerginim. O bütçenin sekizde biri bana ait ve uygun görürsem kendime sigara alabilirim kendi payımdan."

“Böl, parçala, yönet!” diye açıkça dalga geçti Hasan Abi, “Ne kadar kolayca böldün bütçeyi, kendine bir pay ayırıverdin. Payım bir süre sonra hakkım olacak, öyle ya?! Jus utendi et abutendi! İstediğim gibi harcarım!" Hepimizin bayılarak okuduğu bir kitaptan alıntı yaptığını görür gibiydim, Roma Hukuku’ndaki kullanma ve tüketme hakkından bahsediyordu. Bir malın (veya bu noktada bütçenin) mülkiyeti birisine aitse onu istediği gibi kullanabilirdi, isterse bütün bir köy açlıktan ölürken ambarındaki buğdayları onlara vermeyebilir, hatta yakabilirdi. Çünkü mallarının üzerindeki tüm haklar ona aitti.

Ancak Lütfiye Abla da aynı kitabı okumuştu ve bu bel altı darbeyle devrilmeye hiç niyetli değildi:

“Hak kelimesini ben kullanmadım, sen kullandın. Haksız bir çıkarımda bulunuyorsun. Normal bir insan gibi hayatımı sürdürebilmek için o sigaralara ihtiyacım var şimdilik, ama burada kısa süre içinde sigarayı bırakmayı umuyorum. Üstelik bırakmasam bile kendi vücuduma nasıl davrandığım beni ilgilendirir! Bu bir lüks değil, bir bağımlılık. Düzenli kullandığım bir ilaç olsaydı…”

“veya uyuşturucu…” diye ekledi Hasan Abi.

Hiç bozmadan “veya uyuşturucu,” diye devam etti Lütfiye Abla, “onun alınmasını isteyebilirdim. Ben bunu bir ihtiyaç olarak görüyorsam, bu olmadan yaşayamıyorsam, alınması gerekir. Sana zarar vermediğim sürece, aç bırakmadığım sürece bana bu yaşam alanını, özgürlük alanını bırakmak zorundasınız! Kimsenin keyfime kâhyalık etmesine izin verecek değilim."

Hasan Abi sinirliydi:

“Buraya hepimiz bir sürü şeyden, alışkanlıklarımızdan, şimdiye kadar ihtiyaç olarak gördüğümüz şeylerden vazgeçerek geldik. Ancak yaşamak için gerekli olan şeylere harcayacağımız bir bütçe belirledik, bunun kapsamını da olabildiğince dar tuttuk ki dışarıdaki dünyaya olan bağımlılığımız mümkün olduğunca az olsun. Böylece özgür olabilelim, özgür yaşayabilelim, özgür düşünebilelim. Sen şimdi hem bunu yıkmak ve sigarayı bir ihtiyaç olarak tanımlamak istiyorsun, hem de kimseye zararı olmadıkça istediğimi yaparım gibisinden derinliksiz, anlamsız bir tavır içine giriyorsun. Eğer bütün bir ahlak kavramını bu cümleyle özetleyeceksek ne işimiz var burada? Bana değil de bir başkasına veya kendine veya dünyanın kaynaklarına veya birinin kutsallarına veya toplumun düzenine zarar verildiğinde kenara çekilip seyretmem mi gerekiyor? Doğru ile yanlışı ayıran şey zarar vermek midir sadece?” 

1 yorum:

  1. Lütfiye Abla kaynaklı bu sigara olayı sanıyorum ki ilerde büyük bir olayı patlatacak. İşin mantığından da fazla şeyler; mesela kitabın sonunda "Hıı!" dedirtecek bir şey. Bunu sezdiren de sizsiniz. Sezdiğim şey gerçek olursa çok başarılı diyeceğim sanırım.

    YanıtlaSil