Lütfiye Abla ciddi bir sigara
tiryakisiydi ve ikinci günün gecesinde sigarasız kalmıştı, sabah olduğunda
gayet gergin ve sinirli görünüyordu. Alışverişe gitme görevini ele aldığım için
arabayla yola çıkmamdan önce doğrudan yanıma geldi ve "Bana da bir karton
sigara getirir misin?" dedi. Bunu duyan Hasan Abi:
“Hayır,” dedi, “getiremez.”
Hepimiz durup kalmıştık. Neden
olduğunu sormak zorunda kaldım:
“Çok basit,” dedi Hasan Abi ders verir
gibi bir edayla, “elindeki o para kamptaki ihtiyaçlarımız için ayrılmış bir
bütçe. Kişisel istekler, kaprisler, lüksler için harcanamaz.”
Uzun zamandır, belki bir senedir grup
terapisinde ve terapi sonralarında çay içerken süren bir teorik tartışma bir
anda kanlı canlı biçimde karşımızdaydı. Kampın (o zamanlarda nedense kamp
demekte ısrar ediyorduk) daha üçüncü gününün sabahıydı ve neyi nasıl
çözeceğimizi hiç bilmeyen acemilerdik. Kampa gelmeden önce belirlediğimiz iki
kuralcık vardı o zaman; kendi ihtiyaçlarımızı karşılayana kadar vakfın bize
ayırdığı küçük bütçemizi verimli biçimde harcayacaktık ve her şeye oybirliği
ile karar verecektik.
“Bu bir lüks veya kapris olsa haklı
olabilirdin.” Dedi Lütfiye Abla. “Ama bu merete gerçekten ihtiyacım var!
Sabahtan beri kafamı toplayamıyorum, başım ağrıyor, çok gerginim. O bütçenin
sekizde biri bana ait ve uygun görürsem kendime sigara alabilirim kendi
payımdan."
“Böl, parçala, yönet!” diye açıkça
dalga geçti Hasan Abi, “Ne kadar kolayca böldün bütçeyi, kendine bir pay
ayırıverdin. Payım bir süre sonra hakkım olacak, öyle ya?! Jus utendi et abutendi! İstediğim gibi harcarım!" Hepimizin
bayılarak okuduğu bir kitaptan alıntı yaptığını görür gibiydim, Roma Hukuku’ndaki
kullanma ve tüketme hakkından bahsediyordu. Bir malın (veya bu noktada
bütçenin) mülkiyeti birisine aitse onu istediği gibi kullanabilirdi, isterse
bütün bir köy açlıktan ölürken ambarındaki buğdayları onlara vermeyebilir,
hatta yakabilirdi. Çünkü mallarının üzerindeki tüm haklar ona aitti.
Ancak Lütfiye Abla da aynı kitabı
okumuştu ve bu bel altı darbeyle devrilmeye hiç niyetli değildi:
“Hak kelimesini ben kullanmadım, sen
kullandın. Haksız bir çıkarımda bulunuyorsun. Normal bir insan gibi hayatımı
sürdürebilmek için o sigaralara ihtiyacım var şimdilik, ama burada kısa süre
içinde sigarayı bırakmayı umuyorum. Üstelik bırakmasam bile kendi vücuduma
nasıl davrandığım beni ilgilendirir! Bu bir lüks değil, bir bağımlılık. Düzenli
kullandığım bir ilaç olsaydı…”
“veya uyuşturucu…” diye ekledi Hasan
Abi.
Hiç bozmadan “veya uyuşturucu,” diye
devam etti Lütfiye Abla, “onun alınmasını isteyebilirdim. Ben bunu bir ihtiyaç
olarak görüyorsam, bu olmadan yaşayamıyorsam, alınması gerekir. Sana zarar
vermediğim sürece, aç bırakmadığım sürece bana bu yaşam alanını, özgürlük alanını
bırakmak zorundasınız! Kimsenin keyfime kâhyalık etmesine izin verecek değilim."
Hasan Abi sinirliydi:
“Buraya hepimiz bir sürü şeyden,
alışkanlıklarımızdan, şimdiye kadar ihtiyaç olarak gördüğümüz şeylerden vazgeçerek
geldik. Ancak yaşamak için gerekli olan şeylere harcayacağımız bir bütçe belirledik,
bunun kapsamını da olabildiğince dar tuttuk ki dışarıdaki dünyaya olan
bağımlılığımız mümkün olduğunca az olsun. Böylece özgür olabilelim, özgür
yaşayabilelim, özgür düşünebilelim. Sen şimdi hem bunu yıkmak ve sigarayı bir
ihtiyaç olarak tanımlamak istiyorsun, hem de kimseye zararı olmadıkça
istediğimi yaparım gibisinden derinliksiz, anlamsız bir tavır içine giriyorsun.
Eğer bütün bir ahlak kavramını bu cümleyle özetleyeceksek ne işimiz var burada?
Bana değil de bir başkasına veya kendine veya dünyanın kaynaklarına veya
birinin kutsallarına veya toplumun düzenine zarar verildiğinde kenara çekilip
seyretmem mi gerekiyor? Doğru ile yanlışı ayıran şey zarar vermek midir sadece?”
Lütfiye Abla kaynaklı bu sigara olayı sanıyorum ki ilerde büyük bir olayı patlatacak. İşin mantığından da fazla şeyler; mesela kitabın sonunda "Hıı!" dedirtecek bir şey. Bunu sezdiren de sizsiniz. Sezdiğim şey gerçek olursa çok başarılı diyeceğim sanırım.
YanıtlaSil