5 Mayıs 2012 Cumartesi

28


Öfkem sayesinde öğrendiğim pek bir şey olmadı; ama beni reddeden kızlardan bir sürü şey öğrendim. Sonuna kadar okuduğum 3-5 kitap varsa hepsi psikoloji üzerinedir. İnsan psikolojisinden çok da bir şey anlamadım, tek gördüğüm sürekli onarılmaya, hizaya sokulmaya muhtaç olduğu. İstese de sağlayamayacağı bir dengeye ulaşması gerekiyor insanın, id’i susturması ama öldürmemesi, şirin görünmek için egonun elini kolunu bağlaması ama hayatta kalmak için onu dinlemesi gerekiyor. Kimse açıkça insan ruhunun kötüye meyilli olduğunu söylemiyor, çünkü hümanizm bunu emrediyor, ama insanları iyi insan yapmak için bunca savaşa, işkenceye, çarmıha, deri yüzmelere, engizisyonlara ihtiyaç duyduğumuza göre zımnen de olsa insanın kötü olduğunu kabul ediyoruz demektir. Kötülüğü suyla veya duayla temizlemeye çalışan dinler ile kötülüğü hayatta kalmayı becerebildiği sürece onaylayan evrimciler arasında pek bir fark göremiyorum; herkes aslında insan doğasının kötülük hamurundan mamul olduğunu biliyor.

Ve, zurnanın zırt dediği yer burası, bazılarımız iyiliğin, hakkın, adaletin, aşkın evrendeki esas güç olduğuna ve eninde sonunda galip geleceğine inanıyor! Çocukken “Pal Sokağı Çocukları”nı okuyorlar ve Nemeçek’in ölümüyle âleme nizam geldiğini düşünüyorlar. Kan Kalesi’ni okuyorlar ve Haydar-ı Kerrar’ın kâfire galip gelmesiyle avunuyorlar, O’nun gibi olmak istiyorlar. Atatürk’ün hayatını öğrenip onun gibi olabileceklerine inanıyorlar. Oysa iyi istisnadır, galibiyeti asla fazla uzun sürmez. Atatürk olmak için yola çıkanlar en iyi ihtimalle Enver Paşa’ya dönüşür. İyi bir insanın etrafında toplananlar onun ardından dağılıverirler. İyi olmak güçsüzlerin avuntusudur; bunu gördüğün gün büyüyorsun, "adam” oluyorsun.

“Ben adam olmadım” diyerek kendimi iyi biri gibi gösterecek değilim, kavgayı kaybedip kötülüğe biat etmeye çalıştım. İyi olmakla elime hiçbir şey geçmeyecekti, çünkü güçsüzdüm, ama kötü olursam, yeterince kötü olursam güce ihtiyacım olmazdı. Sinsilikle, gaddarlıkla, kendimden zayıf olanları ezerek, yalan söyleyerek güç elde edebilirdim (bir sürü insan gücü böyle elde edip tekrar iyi biri olabileceğini düşünür, ama kötülüğün tadını aldıktan sonra iyiliğe dönen ne kadar da azdır!) ama onu da beceremedim. İçimdeki iyilik galip falan gelmedi, sadece korktum ben. Önce her korkak gibi önümdeki binlerce kötülük fırsatını tasnif ettim, eksilerini ve artılarını tarttım, içgüdülerime sordum, fırsatları koklamaya çalıştım ve baktım ki geçen zaman içinde kötülük âlemine dâhil olmayı başaramamışım!

Önce bir amacım olmadığı için kötülük yapmadığımı söyleyerek kendimi kandırdım, sonra da ufak kötülüklerle yetinmeyeceğimi, büyük şeyler planladığımı söyledim kendine her gün 25 kere. İşe yaramadı, korkağın teki olduğumu biliyordum. Gerçekten içi nefret ve öfke dolu, kötü bir herif olsaydım bir ucundan başlar ve bir kötülük kariyeri yapmayı başarırdım. En azından görünür olurdum. Ama onu da beceremedim. Uzun lafı kısası, bir tane bile doğru dürüst kötülük yapamayan ben, tüm dünyayı başınıza yıkmaya karar verdim! Nereden başlayacağımı bilmediğim için her şeyin başladığı noktayı arayan çiftlik ahalisinin arasına karıştım!

Kilit taşını bulmanın çok kolay olmadığını bilerek girdim bu işe. Büyük komutanlar, devlet adamları, eşkıyalar, devrimci liderler dünyayı saran bir yangın başlatamamıştı; dâhi bilim adamları, teorisyenler, reformcular, sanatçılar çok daha etkili olmuştu – bunu anladığım anda tedhişçilik planlarını bir kenara attım. Kan dökmeyi elbette becerebilirdim ama İskender’i, Atilla’yı, Cengiz Han’ı veya Stalin’i geçemezdim, onlar bile benim istediğim türde bir kaos yaratmayı becerememişlerdi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder