Öfkem sayesinde öğrendiğim pek bir şey
olmadı; ama beni reddeden kızlardan bir sürü şey öğrendim. Sonuna kadar
okuduğum 3-5 kitap varsa hepsi psikoloji üzerinedir. İnsan psikolojisinden çok
da bir şey anlamadım, tek gördüğüm sürekli onarılmaya, hizaya sokulmaya muhtaç
olduğu. İstese de sağlayamayacağı bir dengeye ulaşması gerekiyor insanın, id’i
susturması ama öldürmemesi, şirin görünmek için egonun elini kolunu bağlaması
ama hayatta kalmak için onu dinlemesi gerekiyor. Kimse açıkça insan ruhunun
kötüye meyilli olduğunu söylemiyor, çünkü hümanizm bunu emrediyor, ama
insanları iyi insan yapmak için bunca savaşa, işkenceye, çarmıha, deri
yüzmelere, engizisyonlara ihtiyaç duyduğumuza göre zımnen de olsa insanın kötü
olduğunu kabul ediyoruz demektir. Kötülüğü suyla veya duayla temizlemeye
çalışan dinler ile kötülüğü hayatta kalmayı becerebildiği sürece onaylayan
evrimciler arasında pek bir fark göremiyorum; herkes aslında insan doğasının
kötülük hamurundan mamul olduğunu biliyor.
Ve, zurnanın zırt dediği yer burası,
bazılarımız iyiliğin, hakkın, adaletin, aşkın evrendeki esas güç olduğuna ve
eninde sonunda galip geleceğine inanıyor! Çocukken “Pal Sokağı Çocukları”nı
okuyorlar ve Nemeçek’in ölümüyle âleme nizam geldiğini düşünüyorlar. Kan
Kalesi’ni okuyorlar ve Haydar-ı Kerrar’ın kâfire galip gelmesiyle avunuyorlar,
O’nun gibi olmak istiyorlar. Atatürk’ün hayatını öğrenip onun gibi
olabileceklerine inanıyorlar. Oysa iyi istisnadır, galibiyeti asla fazla uzun
sürmez. Atatürk olmak için yola çıkanlar en iyi ihtimalle Enver Paşa’ya
dönüşür. İyi bir insanın etrafında toplananlar onun ardından dağılıverirler.
İyi olmak güçsüzlerin avuntusudur; bunu gördüğün gün büyüyorsun, "adam”
oluyorsun.
“Ben adam olmadım” diyerek kendimi iyi
biri gibi gösterecek değilim, kavgayı kaybedip kötülüğe biat etmeye çalıştım.
İyi olmakla elime hiçbir şey geçmeyecekti, çünkü güçsüzdüm, ama kötü olursam,
yeterince kötü olursam güce ihtiyacım olmazdı. Sinsilikle, gaddarlıkla,
kendimden zayıf olanları ezerek, yalan söyleyerek güç elde edebilirdim (bir
sürü insan gücü böyle elde edip tekrar iyi biri olabileceğini düşünür, ama
kötülüğün tadını aldıktan sonra iyiliğe dönen ne kadar da azdır!) ama onu da
beceremedim. İçimdeki iyilik galip falan gelmedi, sadece korktum ben. Önce her
korkak gibi önümdeki binlerce kötülük fırsatını tasnif ettim, eksilerini ve
artılarını tarttım, içgüdülerime sordum, fırsatları koklamaya çalıştım ve
baktım ki geçen zaman içinde kötülük âlemine dâhil olmayı başaramamışım!
Önce bir amacım olmadığı için kötülük
yapmadığımı söyleyerek kendimi kandırdım, sonra da ufak kötülüklerle
yetinmeyeceğimi, büyük şeyler planladığımı söyledim kendine her gün 25 kere.
İşe yaramadı, korkağın teki olduğumu biliyordum. Gerçekten içi nefret ve öfke
dolu, kötü bir herif olsaydım bir ucundan başlar ve bir kötülük kariyeri
yapmayı başarırdım. En azından görünür olurdum. Ama onu da beceremedim. Uzun
lafı kısası, bir tane bile doğru dürüst kötülük yapamayan ben, tüm dünyayı
başınıza yıkmaya karar verdim! Nereden başlayacağımı bilmediğim için her şeyin
başladığı noktayı arayan çiftlik ahalisinin arasına karıştım!
Kilit taşını bulmanın çok kolay
olmadığını bilerek girdim bu işe. Büyük komutanlar, devlet adamları, eşkıyalar,
devrimci liderler dünyayı saran bir yangın başlatamamıştı; dâhi bilim adamları,
teorisyenler, reformcular, sanatçılar çok daha etkili olmuştu – bunu anladığım
anda tedhişçilik planlarını bir kenara attım. Kan dökmeyi elbette
becerebilirdim ama İskender’i, Atilla’yı, Cengiz Han’ı veya Stalin’i
geçemezdim, onlar bile benim istediğim türde bir kaos yaratmayı
becerememişlerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder