8 Mayıs 2012 Salı

31


“Günlüğümdü o benim,” diye inledi Bülent, “her gün yüzünüzü gördüğüm için elbette hepiniz olacaksınız içinde!”

“Hiçbir günlük ‘Cehennemde bana gülecekler’ diye başlamaz” dedi Uğur.

“Neyse ne, sevgili günlük mü deseydim? Neden oturup yazdığım yerden devam ettin? Sana ne?"

Tartışma bıraksam böyle saatlerce devam edebilirdi. İkisi de son sözü söylemeyi seven, zeki çocuklardı ve arkadaştılar. Ama benim işim başımdan aşkındı, o yüzden ekranda açık olan dosyanın başına ben oturdum ve ikisini de odadan kış-kışladım. Sonraki iki saatimi dosyayı okuyarak ve yazmaya devam edip etmemeyi düşünerek geçirdim; gördüğünüz gibi yazma dürtüsüne karşı koyamadım. İdari müdürün bir görevi de olup biteni belgelemek, kayda geçirmektir ve ben işin bu yanını neredeyse hiç aksatmadım.

Bu bilgisayardaki şifreli dosyalarımı (evet ben şifre koymayı akıl etmiştim ve hayır şifre 123456 ya da Sevda değil) okuyabilselerdi, ilk günden bu yana tuttuğum bütün kayıtları görürlerdi. Daha ilk iş dağıtımını yaptığımda Hasan abiyi nereye, Lütfiye ablayı nereye işe yolladığımı yazarak başladım, o günden sonra da her gün yenen yemekleri, gelen aletleri, malzemeleri, yedek parçaları defterime kaydettim. Biz sekizleri her hafta ziyarete gelen doktorun gelişlerini, bize erzak getiren Ahmet Amca’nın getirdiği çuval sayısını kaydettim. Sekizleri alfabetik sıraya dizdim, dönüşümlü çalışma tablosu düzenleyip her gün 5 kişiyi tarlaya, 2 kişiyi oduna, 1 kişiyi de mutfağa gönderdim. Ali, Burçin, Gülay, Hakan, Hasan, Kenan, Lütfiye, Pınar. Herkesin sekizler dediği bu insanlar benim için çok daha fazlası, tahmin edeceğiniz gibi, ama hepsini çok yakından tanımama rağmen adlarını saymam gerektiğinde hep alfabetik sırayla gidiyorum.

Sekizlerin o küçük kulübedeki hayatından bu noktaya kadar tüm bilgiler elimde. Dağınık halde, ama elimde. Zar zor ikna ettiğim Pınar’ın tuttuğu toplantı tutanakları (bir kısmı yazılı, bir kısmı ses dosyası), gelen her ticari malın faturası, irsaliyesi, garanti belgesi, sarı zarfla gelen her resmi yazı, ahalinin her birinin kapıdan girer girmez imzaladığı feragatnameler ve vekâletnameler, binaların projeleri ve oturma izinleri, tarlaların numaraları, gübrelenme ve sürülme tarihleri, traktörlerin bakım aralıkları, her senenin mahsulü, değiş tokuş ile alınıp verilen mallar, gelen ziyaretçiler, yazışmalar, güvenlik kamerası kayıtları... Saymakla bitiremeyeceğim kadar kayıt, içinde bulunduğum binadaki rafları ve dolapları dolduruyor. Pınar'ın kontrolünde tartışma tutanaklarının kilitli olarak saklandığı bir oda, Bülent’in yazışmaları ve resmi evrakları takip ettiği başka bir oda, arşiv odası, yangın söndürme tüpleri ve kovalar, kişisel evrakların ve dış dünyadaki işlerle ilgili zorunlu yazışmaların kişilere göre ayrı ayrı tutulduğu başka bir oda (çıkarken dosyalarını da alıp gidebilsinler diye): burası benim krallığım. Osman Abi projeye son anda ekletip benim istediğim biçimde yaptırdı burayı; eğer bir gün buranın hikâyesi anlatılacaksa, eğer bir gün Pamukova Savcısı gelip tepemize çökecekse, Maliye Bakanlığından veya İçişleri Bakanlığından birileri gelip bizi dağıtacaksa gereken her şey burada.

Ama ilk yıl Ece Ajandasında, sonraki yıllarda bilgisayarda tuttuğum bilgiler bizim hikâyemizi anlatmaya yetmez. Çünkü bizim hikâyemiz Bilecik Devlet Hastanesinin Psikiyatri Kliniğinde, grup terapi salonu 2’de başlıyor (salon 1’dekiler ne yaptı gerçekten bilmiyorum). Onları anlatmaya hazır mıyım bilmem, ama buradaki hikâyenin nasıl başladığını anlatabilirim size, çünkü bence kulübeye gelmemizle, yataklara çarşafları sermemizle, uzakta uluyan köpeklerin sesleriyle uyuyamadığımız ilk geceyle, tırmıkla çapayı elimize ilk aldığımızda başlamadı. O ilk tartışmayla başladı. Konu da her Türk vatandaşının tahmin edebileceği gibi, sigarasız kalmamızdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder