“Seni tanımasam Hasan,” dedi Lütfiye
Abla sükûnetle, “faşistin teki olduğunu düşünebilirdim. Onlar da hep böyle
muğlak şeyleri korumak adına harekete geçerler. Başkalarının kutsallarına,
toplumun düzenine, dünyanın kaynaklarına zarar vermek mi? Dereye zehirli atık
döküyor değilim ben, dünya kaynaklarına bir zararım yok. Toplumun düzenine
zararım dokunduğu, daha doğrusu o düzenin bana zararı dokunduğu için o düzenden
yeterince uzağım, etrafımda sigaraya özenecek çocuk falan da yok, yani düzene
de bir zararım yok şimdilik. Sigara içmenin bir kutsala zararı olduğunu da
sanmam. Eee?”
“Biliyorsun ki bu saydıklarım birer
örnekti. Ahlakın sadece karşındakine zarar vermek ile ilgili olmadığını, doğru
ile yanlışı ayırmakla ilgili olduğunu anlatmaya çalıştım sadece.”
“Doğruyla yanlışa nasıl karar vereceğiz
peki? Benim sigara içmem kendime yaptığım bir yanlış olabilir, ama sana karşı
nasıl bir yanlış oluşturur ki? Benim başım ağrır, kafam bulanırken ahlakçılık
yapıp, bana sigara alınmasını engellemek doğru mu yani? Doğru nedir, yanlış
nedir, onu sen bana bir söylesene?!"
Lütfiye Abla'nın sinirlenmeye
başladığını gördüğüm için soruya ben cevap verdim:
“Doğru, kişinin kendisine yakışanı giymesidir”
diyerek topu taca attım. Herkes gülümsedi ve gerginlik yumuşadı. Tam taç atışı
kullanmak üzereyken Hasan Abi ile Lütfiye Abla’yı susturdum.
“Mutfakta un bile kalmadı, bu
alışverişe şimdi gidilmesi gerekiyor. Acilen bir oylama yapalım ve sigara alıp
almamaya karar verelim. Akşama da ateşin başında oturup bu konuyu konuşalım.”
Hakan Anne olacağım işte o gün, o anda
belli olmuştu. Dışarıda Türkler şehri fethetmeye hazırlanırken meleklerin
cinsiyetini tartışan Bizanslılara dönüşmemizi engelleyip somut bir soruna somut
bir çözüm üretmek benim işimdi, ben de oylama yaptırdım. Hasan Abi pratikte
gayet iyiliksever biri olduğundan sigara alımına onay verdi, oybirliği ile sigara
içenler için 3 karton sigara almaya karar verdik. Ancak Lütfiye Abla, Ali ve Gülay'dan
oluşan 'Hak ve Özgürlükler Hareketi' uzun zaman eylemlerine dikkat etti,
liberal kanat daha o akşamki tartışmada oluştu. Ben, Hasan Abi ve kalan üç kişi
ise 'Holistler' olarak gevşek, neyi savunduğunu tam olarak ifade edemeyen bir
grup oluşturduk. Tartışmalar genelde liberallerin sağlam teorik temelleri ile
bizim yıpratıcı saldırılarımız temelinde ilerliyordu. Uzun süre bir psikiyatr
yönetiminde süren tartışmalarımızda ahlakçı grubun bariz bir üstünlüğü olmuştu,
doktorumuz ilahiyat ile ahlakı birbirinden ayırmamız gerektiğini söyleyene
kadar.
“Siz," demişti, “tanıdığım en
ciddi tartışan grupsunuz. Bazen bunun bir terapi seansı olduğunu unutmamı
sağlıyorsunuz. Buna müteşekkirim. Ancak eğer bu kadar teorik düzeyde tartışmak
istiyorsanız ahlakı dine dayandıramazsınız. Çünkü din inanç alanına girer,
felsefe alanına değil. Karşınızdakine ‘yalan söylemek günahtır' dediğinizde
eğer o size ‘Ben Tanrı’ya inanmıyorum, dolayısıyla günaha da inanmıyorum’ derse
ona cevaben ‘Ama Tanrı vallahi var’ diyemezsiniz, ‘yalan söylemek yanlıştır,
çünkü…’ deyip onun da kabul edeceği biçimde bunu temellendirmeniz gerekir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder