21 Mayıs 2012 Pazartesi

33


“Seni tanımasam Hasan,” dedi Lütfiye Abla sükûnetle, “faşistin teki olduğunu düşünebilirdim. Onlar da hep böyle muğlak şeyleri korumak adına harekete geçerler. Başkalarının kutsallarına, toplumun düzenine, dünyanın kaynaklarına zarar vermek mi? Dereye zehirli atık döküyor değilim ben, dünya kaynaklarına bir zararım yok. Toplumun düzenine zararım dokunduğu, daha doğrusu o düzenin bana zararı dokunduğu için o düzenden yeterince uzağım, etrafımda sigaraya özenecek çocuk falan da yok, yani düzene de bir zararım yok şimdilik. Sigara içmenin bir kutsala zararı olduğunu da sanmam. Eee?”

“Biliyorsun ki bu saydıklarım birer örnekti. Ahlakın sadece karşındakine zarar vermek ile ilgili olmadığını, doğru ile yanlışı ayırmakla ilgili olduğunu anlatmaya çalıştım sadece.”

“Doğruyla yanlışa nasıl karar vereceğiz peki? Benim sigara içmem kendime yaptığım bir yanlış olabilir, ama sana karşı nasıl bir yanlış oluşturur ki? Benim başım ağrır, kafam bulanırken ahlakçılık yapıp, bana sigara alınmasını engellemek doğru mu yani? Doğru nedir, yanlış nedir, onu sen bana bir söylesene?!"

Lütfiye Abla'nın sinirlenmeye başladığını gördüğüm için soruya ben cevap verdim:

“Doğru, kişinin kendisine yakışanı giymesidir” diyerek topu taca attım. Herkes gülümsedi ve gerginlik yumuşadı. Tam taç atışı kullanmak üzereyken Hasan Abi ile Lütfiye Abla’yı susturdum.

“Mutfakta un bile kalmadı, bu alışverişe şimdi gidilmesi gerekiyor. Acilen bir oylama yapalım ve sigara alıp almamaya karar verelim. Akşama da ateşin başında oturup bu konuyu konuşalım.”

Hakan Anne olacağım işte o gün, o anda belli olmuştu. Dışarıda Türkler şehri fethetmeye hazırlanırken meleklerin cinsiyetini tartışan Bizanslılara dönüşmemizi engelleyip somut bir soruna somut bir çözüm üretmek benim işimdi, ben de oylama yaptırdım. Hasan Abi pratikte gayet iyiliksever biri olduğundan sigara alımına onay verdi, oybirliği ile sigara içenler için 3 karton sigara almaya karar verdik. Ancak Lütfiye Abla, Ali ve Gülay'dan oluşan 'Hak ve Özgürlükler Hareketi' uzun zaman eylemlerine dikkat etti, liberal kanat daha o akşamki tartışmada oluştu. Ben, Hasan Abi ve kalan üç kişi ise 'Holistler' olarak gevşek, neyi savunduğunu tam olarak ifade edemeyen bir grup oluşturduk. Tartışmalar genelde liberallerin sağlam teorik temelleri ile bizim yıpratıcı saldırılarımız temelinde ilerliyordu. Uzun süre bir psikiyatr yönetiminde süren tartışmalarımızda ahlakçı grubun bariz bir üstünlüğü olmuştu, doktorumuz ilahiyat ile ahlakı birbirinden ayırmamız gerektiğini söyleyene kadar.

“Siz," demişti, “tanıdığım en ciddi tartışan grupsunuz. Bazen bunun bir terapi seansı olduğunu unutmamı sağlıyorsunuz. Buna müteşekkirim. Ancak eğer bu kadar teorik düzeyde tartışmak istiyorsanız ahlakı dine dayandıramazsınız. Çünkü din inanç alanına girer, felsefe alanına değil. Karşınızdakine ‘yalan söylemek günahtır' dediğinizde eğer o size ‘Ben Tanrı’ya inanmıyorum, dolayısıyla günaha da inanmıyorum’ derse ona cevaben ‘Ama Tanrı vallahi var’ diyemezsiniz, ‘yalan söylemek yanlıştır, çünkü…’ deyip onun da kabul edeceği biçimde bunu temellendirmeniz gerekir.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder