Emel temel sorun olan güvensizliğin üzerine gitmeye
karar verdi ve hiçbir resmi gücü olmayan bir sertifikasyon sitesi oluşturdu.
Bağışların nasıl harcanması gerektiğine dair kriterlerini açıkça belirledi,
derneklere puan vermeye başladı. Önceleri kimsenin umurunda olmayan
sertifikasyonlar ve puanlar, bir iki ünlü hayvan severin medyada bahsetmesiyle
bir anda popüler hale geldi. Sertifikasyonu almak için bağışlarını internet
üzerinden denetime açan, genel giderlerini gelirlerin %20’sinin altına çeken ve
geri dönüşüme odaklanan (lokantalardan artıkları topluyorlardı alt tarafı) ilk
dernek bir anda hayvan severlerin gözdesi oldu ve ilk ay içinde aldığı bağışlar
%500’den fazla artış gösterdi.
Gerisi çorap söküğü gibi geldi. Tüm ülkeden bir sürü
dernek sertifika almak için başvurdu, genel giderlerini kısamayan dernek ve
kurumlar önerildiği gibi birleşmeye başladılar, düzenli bağış yapan hayvan
sever sayısı her ay katlanarak arttı. Sonunda başbakan çıkıp televizyonda
ihtiyaç sahibi insanların farkına bile varmayan bu insanların köpekler için bu
kadar çalışmasına hayret ettiğini söyleyerek roketi ateşledi; başbakanı
sevmeyen herkes bir anda derneğe para yağdırmaya başladı.
Emel birden bire aklına güvenilen, sözü dinlenen bir
medya figürü haline gelmişti. Belagatle konuşarak ve ilgi alanının dışına
çıkmadan röportajlar veriyor, televizyonlara çıkıyordu ki onu Murat’la ve iktidar
partisinin gençlik kolları başkanı ile birlikte çağırmıştı bir gazeteci canlı
yayına.
Hesapta Emel’i ve Murat’ı “harcaması” gereken gençlik
kolları başkanı, dünyayı değiştirmek için iri laflardan çok küçük adımlar
atmayı yeğleyen bu iki genç karşısında canlı yayında rezil olmuştu gazetede
anlatıldığına göre. Emel politikaya hiç bulaşmadan sokak hayvanları konusunda
konuşmaya zorlamıştı başkanı, hazırlıksız olan başkanla dalga geçme görevini
ise Murat üstlenmişti.
Bu muhteşem ikilinin karşısına çıkıp kendini
göstermeye niyetli olanlar kısa sürede tükendiğinde ikiliye televizyon programı
yapmaları önerilmişti. İkili bunu da ilginç biçimde kabul etmiş, ilk konuk
olarak da bizim Berk’i çağırmaya niyetlenmişlerdi. Ortalıkta görülmek istemeyen
Berk bir mektup yazarak bunları reddedince ikili vasat misafirler ağırlayan bir
talk show yapmak istemediklerini söyleyerek Kağan Kızıltepe’yi çağırmışlardı.
Kağan Kızıltepe
adını ben bile biliyordum o zaman. 2010 yılında aniden ortaya çıkan genç şair.
Ertesi sene şiir yazmayı bırakıp memlekette ilk defa aynı anda 6 tiyatro ekibi
tarafından 5 ayrı şehirde sahneye konulan, “dizi profesyoneli” oyuncuların dizi
çekmeyi bırakıp oynadıkları, kitabı bile çok satanlar listesine giren “Üç Cephe”
adlı oyunun yazarı. Gerçek adını bilmediğimiz biri. Yazdığı kitapları bir
bankanın yayınevine gönderen, gelirlerini de Darüşşafaka’ya bağışlayan gizemli
yazar.
Erkek mi kadın mı, genç mi yaşlı mı olduğunu
bilmediğimiz Kağan Kızıltepe bir mektup yazarak geçen Cumartesi televizyona
çıkmayı kabul etmişti. “Gizemli adam rolünden sıkıldığını, gündemden düşmenin
en iyi yolunun bu olduğunu” söylemişti mektubunda.
Sonunda ortaya çıktığında saçları erken yaşta dökülmüş,
gözlüklü, Karaköy vergi dairesinde şef olarak çalışan Hakan Babüroğlu’nu
görenler gözlerine inanamamıştı. Adamcağız 32 yaşındaydı, çevresinde sevilen,
işini iyi yapan bir adamdı ve kimse ne zaman oturup roman yazdığını
anlayamamıştı. Canlı yayının 12. dakikasında Hakan insomnia hastası olduğunu,
yazmanın kendisine iyi geldiğini, bu aralar artık her gece 2-3 saat de olsa
uyuyabildiğini neşeyle anlatmıştı!
Üçlü o kadar eğlenmişti ki, Maliye Bakanlığı’nın özel
izniyle ertesi hafta Hakan da programın sabit elemanı olmuştu. Paralar yine
Darüşşafaka’ya gidiyordu.
Millet bu üçünün ağzına bakıyordu bu Cumartesi ne
konuşacaklar diye. Bizden ve tasarruf planımızdan kimsenin bahsetmemesine
şaşmamak gerekiyordu demek ki.
* * *