"Keşke," dedim kendi
kendime, "planlandığı gibi Bahadır abi'yle birlikte, aynı gün
gelebilseydim buraya."
Alev'in yarattığı tartışma nedeniyle,
çantam hazır olmasına rağmen ertesi gün yola çıkamamıştım. Sabah uyanıp yola
çıkacakken Hakan abinin ricasıyla birkaç gün beklemiş, ortalık sakinleşince
ortadan kaybolmuştum. Ama burada bu kadar meşgul olan Bahadır abiyle birlikte
yola çıksak böylesi konuşmaları sürekli kısa kesmek zorunda kalmaz, bütün yol
boyunca konuşurduk gibi geliyor bana.
İkinci günün koşuşturması arasında
annemle babam telefonla aramış, bir hafta sonra Aydın'a gelebileceklerini
söylemişlerdi heyecanla. Ben her ne kadar onlar kadar heyecanlanmadıysam da
yine de seviniyordum geleceklerine.
Onlar gelene kadar bir hafta boyunca
kendi aralarında gayet fonksiyonel biçimde ayrışmış olan gruplarla
yaşanabilecek sorunları tartıştık. Paradan neredeyse tamamen vazgeçmiş
olmamızın yaratacağı zorlukları tartışmak istiyorlardı sürekli, oysa biz
çiftlikte üretemediğimiz ve zaruri olan şeyleri hâlâ maalesef parayla satın
alıyorduk ve "zaruri" kelimesinin içini doldurmak pek de zor değildi.
Sigaranın zaruriyeti konusundaki tartışmayı anlattım onlara, kişisel
alışkanlıklar ve arzular dışında pek de bir sorun yaşanmıyordu - o bölgede
yetişmeyen, mevsimi olmayan sebze ve meyveleri satın almayacak kadar
"organik" bir bilinç geliştirmişlerdi zaten. Esas sorun olarak
gördüğüm Roninlerden burada eser yoktu, iş-bölümü konusunu uzun zaman önce
halletmişlerdi, kişisel ilişkiler her toplumdaki gibi bir şekilde yürüyordu,
teorik tartışmalar için de pek acele ettikleri yoktu. Bir haftanın sonunda
buradaki varlığım anlamsız gelmeye başladı.
Ama elbette bu çiftliğin ahalisi
benden çok memnundu, çünkü Ceyda ile Ceren'i başlarından almıştım. Bana âşık olduklarını
söyleyip biraz övünebilmek isterdim burada ama ilgileri böylesi bir ilgi
değildi, sadece uzun zamandır kendilerinden bıkmış ve onları artık dinlemeyen
ahalinin aksine ben onları ikinci cümlenin yarısında kovamıyordum ve böylece
aralarında hakem olmak zorunda kaldım. İlk günlerde bana olan ilgilerini biraz
yanlış yorumlamış olsam da bir falso vermedim, zaten ilk hafta sonunda biri
İzmir'den biri Ankara'dan gelen iki sevgili soramadığım sorunun cevabını verdi
kendiliğinden. Sevgililer aynı hafta geliyordu çünkü birinin sevgilisi gelip diğerininki
gelmezse birbirlerine trip atıyor, sorun çıkartıyor ve hatta oğlanları
canlarından bezdiriyorlardı.
Ben ise sevgililer sayesinde kafamı
dinledim ilk hafta sonumda, bir yandan da onu izledim. Birileriyle samimi mi,
cepten mesajlaştığı veya normalden çok konuştuğu oluyor mu, internet cafeye gidiyor
mu, tek başınayken yüzünden okunanlar bana ümit verebilir mi? Yanında insanlar
olduğunda sevimli, anlayışlı, esprili kız maskesini takıyor, bir yerlerde
yalnız kaldığında ise sıkıntılı görünüyordu. Ama ifadesiz surat ile sıkıntılı
surat arasındaki farkı anlamakta pek yetenekli olmadığımdan emin olamadım hiç.
Kimseye soramıyordum, bir şey anlarlar ve lise düzeyinde dalga geçerler korkusuyla
onunla yalnız kalmaktan kaçıyordum. Aynı ortamdaysak yüzüne bakmıyordum bir iki
defadan fazla, kimsenin anlamadığından emindim. Oysa o anladı.
Ailemin geleceği gün otogara gitmek
üzere hazırlanırken yanıma geldi.
"Sakın" dedi ve gitti.
Ben altını doldurdum o sakının. Sakın
bana bulaşma, sakın bana âşık falan olma diyordu. Benim de niyetim yoktu zaten.
İyice uzak durdum ondan, kalbim tutuştuğunda her zaman yaptığım gibi. O gece
yatağımda o sakının arkasına koyacak olumlu, ümit vaat eden tek bir laf
bulamadım. İyice emin oldum sakınmam gerektiğinden.
* * *
Oturup yukarıdakileri yazdıktan sonra Bahadır
abinin zoruyla Sultanhisar'a gittiğimizde o köşe yazısını internetten aldım, buraya
eklemem gerektiğini hissettim. Okudukça sinirim bozuluyor, sırf sakinleşmek için
on beş kere falan okudum baştan sona. Pamukova'ya dönünce cevap yazmaya karar verdim
bir de, kafamdan cevap vermeye başlayınca sakinleştim az biraz. Metin aşağıda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder